feedburner
Enter your email address:

Delivered by FeedBurner

feedburner count

PEYGAMBER EFENDİMİZİN UNUTULAN SÜNNETLERİ

Etiketler:



Bir Hadis-i Şerif meali şöyledir: "Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana 100 şehit sevabı vardır!" Efendimiz (S.A.V.)'in unutulan sünnetlerinden bir kısmı:

-Hacamat yaptırmak (Kan aldırmak)
-Kuşluk, Evvabin, Teheccüd, Tehiyyet-ül-mescid, Sübha namazı kılmak,
-İstişare ve istihare yapmak,
-Aksırınca Elhamdülillah demek.
-Ödünç verirken iki şahit bulundurmak veya senet yazmak. Buna vacib diyen âlimler de olmuştur,
-Sünnete uygun selam vermek,
-Cuma günü gusletmek,
-Duada elleri sünnete uygun açmak,
-Faydalı işe başlarken Besmele çekmek,
-Yatağa abdestli girmek,
-Ölüm veya kötü bir haber duyunca, (İnna lillah ve innâ ileyhi râci’ûn) demek.
-Müsafaha etmek (iki müminin karşılaştıkları zaman toka yaparak salavat okumaları)
-Hutbenin arapça okunması,
-Sakalın dudaktan itibaren bir tutam olması,
-Kıymetsiz yerlere girerken sol ayakla girilip, sağ ayakla çıkılması,
-Mübah olan yerlere sağ ayakla girilip sağ ayakla çıkılması (oda, taksi, dükkan v.s. )
-Namazları başı açık kılmamak (Erkekler için takke, sarık vs takılmalı)
-Abdestte ayakları üç defa yıkamak,
-Yolculukta arkadaşlarından birini reis seçmek,
-İstişare etmek,
-Sakal ve bıyık bırakmak,
-Yatmadan önce saçlara zeytinyağı sürmek,
-Çevreyi temizlemek ,
-Abdest aldıktan sonra kıbleye dönüp su içmek ,
-Suyu üç yudumda ve oturarak içmek ,
-Zemzem suyunu kıbleye dönük ayakta içmek,
-Kabeye dönerek başında besmele sonunda hamd ederek başı kapalı olarak içmek,
-Bıyıkları kaşlar kadar uzatmak,
-Kabristandan geçerken selam vermek ve onbir İhlas okumak,
-Ölüye definden sonra telkin vermek,
-Tırnak kesmeye şehadet parmağından başlamak,
-Tırnağını Cuma günü kesmek,
-Yatarken sağ tarafına yatmak,
-Yemeğe tuz ile başlamak,
-Sofrada sirke bulundurmak, Evde de sürekli sirke bulundurmak. Çünkü bir hadis-i şerifte sirke giren eve fakirlik girmez diyor.
-Ayakkabıyı giymeden önce ters çevirmek, (içine böcek vs girmişse çıkarılması için)
-öşür vermek (Farz),
-Ezanın yüksekte okunması (mikrofon olmadığında),
-Sabah ve ikindi namazından sonra istiğfar okumak,
-Yemeğe konan sineği kovalamayıp üzerine bastırmak (bir kanadında zehir diğer kanadında panzehir olduğu için ),
-Her gün ölümü düşünmek,
-Gözlere yatarken sürme çekmek,(ismid taşından olan sürme olacak.),
-Salavat okumak (Ömründe bir defa okumak farz, İsmi duyunca vacip, her seferinde ismi duyulunca müstahap),
-Her gün tövbe etmek,
-Kabirleri ziyaret etmek,
-Güneş doğduktan sonra bir miktar uyumak,
-Yolda başı öne eğik yürümek,
-Biri seslendiğinde seslenene doğru bütün vücudu ile dönmek,
-Abdest aldığında ve mescide girdiğinde namaz kılmak,
-Güzel koku sürünmek
-Mahrem yerleri traş etmek (En fazla 15-40 günü geçmemek),
-Oturarak küçük abdest bozmak (Ayakta bozmak tahrimen mekruhtur)ve erkeklerdeki prostat kanserinin başlıca nedeni sünnete uygun abdest bozmamaktan kaynaklanıyor.
-Abdest bozarken kıbleye dönmemek Yemek yerken düşen lokmayı alıp yemek,
-Yemeği tek bir kaptan yemek ,
- Elle yenen bir yiyeceği iki parmakla değil de üç parmakla tutarak yemek,
-Yemekten sonra parmağını yalamak ,
-Yemekte sağ ayağı dikip sol ayak üzerinde oturmak (Askerde avcı oturuşu) ,
-Yemekte güzel şeylerden bahsetmek (Yemekte konuşulmaz lafının aslı yoktur)
-Buğday ekmeğine arpa unu karıştırmak, (şimdi sağlıkçılarda bunu tavsiye ediyor.)
-Günde iki öğün yemek,
-Cevizi peynirle yemek (Şifadır) , Üzümle ekmek yemek,
-Başka bir şehire gittiğinde ilk önce soğan yemek,(efendimiz (sav) tavsiye buyurmuşsa muhakkak bi faydası, gerekli yanı vardır.)
-Ölüm halinde su içirmek,
-Cenaze namazı için tesbih çekmeyi Terketmemek,
-Cenaze namazından sonra ayakta dua yapmamak
-Bir kimse tuvaletteyken kıbleye önünü ve arkasını dönmezse ona bir sevap yazılır. Ve bir günahı silinir" (TABERANİ)
-"Bıyıklarını kısaltmayan bizden değildir" (MUCEMUS SAĞIR)
-"Beyaz telleri koparmayın. Çünkü o kıyamet günü bir nurdur." (İBN HİBBAN)
-"Başın bir kısmını traş edip bir kısmını perçem olarak bırakmayın." (BUHARİ)
-"Kadının saçlarını traş etmesini (zaruret olmaksızın kökünden kesmesini) yasakladı." (NESAİ)
-"Misvak erkeğin güzel konuşma yeteneğini arttırır." (RAMUZ EL E- HADİS)
-"Allah Rasulü (S.A.V) yürürken sağa sola bakmazdı." (Ramuz EL E-HADİS)
-"Katığımızın efendisi tuzdur." (İBNİ MACE)
-"Kendisine gülme geldiğinde elini ağzına tutardı." (R.E.H)
-Biriniz ayakkabı giyince sağdan başlasın, çıkarırken de soldan başlasın. (MÜSLİM)
-"Borçlu olan bir kimse Allah Teala Yolunda öldürülürse sonra diriltilip tekrar öldürülse daha sonra diriltilip tekrar ölüdürülse borcunu ödemeden yine de Cennet'e giremez." (NESAİ)
-"Rasulullah (S.A.V) odama girmemişti yerde atılmış bir ekmek parçası gördü. Hemen alıp onu sildi. Ve yedi bana da 'Ey Aişe Kerim olana ikram et zira şu ekmek bir kavimden nefret edip kaçmışsa bir daha dönmemiştir buyurdu" (İBNİ MACE)
-"Alıcı olmadığınız halde fiyatları kızıştırmak için müşteri ile satıcının aralarına girmeyin" (BUHARİ)
-Kabir üzerine su dökmek , Kabri balık sırtı yapmak,
-Cenaze evine yemek göndermek,
-Kabristana selam vermek (Essalamü aleyküm ya ehlel kubur),
-Aksıranın Elhamdülillah deyince duyanın Yerhamükellah demesi,
-Namazda kıyamda iken rükuya eğilirken sol ayağı sağ ayağın yanına getirmek,
-Namazda sol ayak üzerine oturmak sağ ayağı dikmek,
-Gömleğin düğmelerini aşağıdan yukarı doğru iliklemek,Çözerken yukarıdan aşağı doğru çözmek,
-Camide namaz bittikten sonra çıkarken el sıkışıp 3 kez sallayarak tokalaşmak (İmam-ı Gazali -Hüccetül İslam -Sabah Namazının Kılınış Babı)
-Namazda Ruküya giderken erkeğin sırtının düm düz olması, kadınınki düze yakın ama tam düz olmaması (İmam-ı Gazali -Hüccetül İslam -Namazın Sünnetleri)
-Camiye Girerken birileri varsa selam vermek yoksa Esselamu Aleyna ve Ala iba dilla hissalihiyn demek.
-Ezan okunurken durmak. Gidebiliyorsa camiye koşmak.
-Allah Rasulu (s.a.v) tuvalete yada banyoya girdiginde sol ayakla girip sağ ayağıyla çıkar cok uzun muddet orada durmaz ve girerken de "Allahumme euzu bike minel hubsi ver habais"duasini okurmus ve banyo esnasindada edep yerleri kapali olarak duş alirmis.
-Duş aldıktan sonra çıkarken ayaklarını soğuk suyla yıkamak.
-İmanını sık sık tazelemek. -Bunun nasıl olduğunu sahabe-i kiram Efendimiz (s.a.v) 'e sorduklarında -La İlahe İllallah diyerek buyurmuşlardır. (İmam Gazali -Mukafeşetük Kulb)
-Allah Rasulü efendimiz her gece yatmadan evvel iki elini açarak birleştirir,İhlas,felak va nas surelerini okuyarak ellerinin içine üfler sonra başından ve yüzünden başlayarak üç defa elinin eriştiği kadarıyla bütün vücudunu sıvazlar ondan sonra yatardı.Hz Aişe validemiz efendimizin bunu her gece üç defa yaptığını rivayet etmektedir.
-İki kişi de olsa, farz namazı cemaatle kılmak.
-Namazları sarık veya takkeyle kılmak,
-Abdestte, eli ve ayakları üç defa yıkamak,
-Abdest alırken başı kaplama mesh yapmak [Maliki ve Hanbeli’de farzdır],
-Misvak kullanmak...



BUNLARI BİLİYORMUYDUNUZ?

Etiketler:

Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…

• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…

• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…

• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..

• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…

• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..

• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…

• Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…

• Bütün bunların, 1600 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu..

BİLİYOR MUYDUNUZ ?



ÇOCUKTA ZEKA GELİŞİMİ İÇİN ÖNERİLER

Etiketler:



Çocukların bir çok şeyi sizi izleyerek öğrendiğini unutmayın ve ona iyi örnek olun. Bunun yanı sıra onun zeka seviyesini yükseltmek için şu önerileri de dikkate alırsanız yararlı olur.
1. Onunla konuşun. Çocuklarınızla konuşmak ve onları dinlemek yapabileceğiniz en önemli iki şeydir. Kimse onunla konuşmazsa konuşmayı öğrenemez ve kimse onu dinlemezse beyni pratik yapamaz; dolayısıyla iletişim kurmayı beceremez. Konuşun, sizinle iletişim kurmaya yaşamının her döneminde ihtiyacı olacak! Araştırmalara göre, bebeğinizle konuşma şekliniz diğerlerinden farklıdır ve bebeğiniz de konuşmayı sizin sözlerinizden öğrenir. Beyin gelişimine sizin anne şefkati dolu sözleriniz faydalıdır.
2. Şarkılar söyleyin. Bebeğinizle şarkılar söyler, güler, şakalaşırsanız çocuklarınız daha erken konuşur.
3. Nesneleri anlatın. Ona bazı nesneleri isimlendirip tarif edin, diğer nesnelerle karşılaştırın, ne işe yaradıklarını açıklayın. Sizi pür dikkat dinlediğini fark edeceksiniz!
4. Arka plandan gelen sesleri kesin. Televizyon ya da radyonun sesi çok açıksa siz ve bebeğinizin dinleme ve konuşma eylemlerini engeller.
5. Çocuğunuz konuşurken bütün dikkatinizi ona verin. Sırtınızı dönmemeye çalışın, diz çöküp göz kontağı kurun.
6. Ona bir şeyler okuyun. Çocuğunuza bir şeyler okumak, dilini öğrenmesini sağlar, algılarını, dikkat genişliğini artırır. Bu yüzden kitapları hayatınızın bir parçası haline getirin, çocuğunuzu uyuturken mutlaka ona okuyun. Çocuğunuzun ilgisini çekmeye başladığında harflerin şekillerini göstererek okuyun, böylece bazı çocuklar okumayı 3 yaşından itibaren öğrenebilir.
7. Müzik çalın. Her ne kadar klasik müziğin çocuğunuza daha parlak bir zeka sağladığı ispatlanmadıysa da, müzik onun zihinsel ve duygusal gelişimini zenginleştirecektir. Bazı insanlar müzik ve matematik yeteneğinin birbirleriyle alakalı olduğuna inanır. Oysa çalışmalar, müzisyenlerin matematikte birçok insandan farklı ya da daha iyi olmadığını gösterir. Çocukların matematik yeteneğine sahip olmasında daha çok ailelerin kitaplar ve iletişimle sağladığı öğrenme cesareti önemli bir rol oynar.
8. Çocuğunuzu uyuturken ona şarkı söyleyin. Bu hem çocuğunuzun daha rahat uyumasını, hem de tekrar ile kelime hazinesini geliştirmesine yardımcı olur.
9. Müzik eşliğinde diğer şeyleri de öğretin. " 1- 2 -3 işte yıkıyoruz ellerimizi 4- 5- 6 şimdi diş fırçalama zamanı..." gibi melodiler çocuğunuzun konsantre olmasına ve kelimeleri hatırlamasına yardımcı olur.
10. Çocuğunuzun sevdiği müziği seçmesine izin verin. Ve davullar, ziller kullanarak gürültü patırtı çıkarmasına bir süre katlanın.
11. Bırakın boyasın. Çocuklarınızın boya kalemleri ve oyun hamurlarıyla vakit geçirmesine engel olmayın çünkü bunlar el becerilerini artırır ve sanatsal bir şekilde kendilerini ifade etmelerine yardımcı olur.
12. Mutlaka beğenilerinizi sunun. Yaptıklarına iltifat edin ve onları herkesin görebileceği bir duvara asın.
13. Sanatsal faaliyetler için malzemeler bulundurun. Yumurta kutularını atmayın, alışveriş paketlerini saklayın, tuvalet kağıtlarındaki ruloları da kesmek ve yapıştırmak için kullanın. Değişik kolajlar yapmak için parktaki yaprakları toplayabilir ve duvar kağıtlarının parçalarını çocuklarınız için saklayabilirsiniz.
14. Sayıları hayatınızın bir parçası haline getirin. Matematiği ne kadar erken öğrenirse, o kadar rahat eder ve kendine olan güveni artar. Merdiven basamaklarını saymak gibi ufak adımlarla başlayın.
15. Sayıları melodik bir şekilde öğretin. "Beşten sonra altı nerde kaldı kahvaltı, altıdan sonra yedi kedi ciğeri yedi" gibi.
16. Büyük küçük gibi niceliklerden bahsedin. "Masadaki tabakları sayabilir misin?" "Büyük olanı mı yoksa küçük olanı mı istersin?" gibi sorularla başlayabilirsiniz.
17. Oyuncaklar ve oyunlar yardımıyla sayıları öğretin. Buzdolabına yapıştırılan mıknatıslı sayılar, küvete atabileceğiniz köpükten yapılmış olanlar, sayılarla ilgili yapbozlar ya da Monopoly'nin çocuklar için olanlarından alın.
18. Bazı şeyleri parçalara bölerek sayıları öğretin. Yiyecekleri küçük parçalara ayırın ve o parçaları çocuğunuzla birlikte sayın.
19. Televizyonu asla bir bebek bakıcısı gibi kullanmayın. Çünkü o çocuklarınızla iletişim kurmakta sizin yerinize geçemez.
20. Aynı videoyu ya da DVD'yi sayısız kere izlemesi sizi endişelendirmesin. Tekrar etme çocuğunuz öğrenmesine yardım eder.
21. Gezin ve öğrenin. Bir parka, kütüphaneye ya da mağazaya yapılan gezilerde çok şey öğrenebilirsiniz.
22. Ara sıra aktivitelerinizi değiştirmeyi deneyin. Diğer çocuklarla oynamasını, onları ve ailelerini düzenli olarak görmesini sağlayın.
23. Bütün kamu imkanlarından yararlanın. Parklar, kütüphaneler, müzeler, sanat galerileri ve yüzme havuzları gibi yerlere çocuğunuzu götürerek sosyalleşmesini sağlarsınız.
24. Aynaları kullanın. Bebeğinizin yansımasını izleyerek vücudunu ve hareket kabiliyetini fark etmesini sağlayın.
25. Anne sütüyle besleyin. Bebeğiniz en az 6 aylık olana dek onu emzirin.

Kaynak: http://www.gencgelisim.com



CALGON KULLANMAYIN

Etiketler:

Calgon yerine,kirec sökücü asit (sıvı porcöz) kullanabilirsiniz.Bu uygulamayi senede bir yapmaniz yeterlidir.
Camasir makinanizi 50 dereceye ayarlayin(makina bos olmasi gerekir,icinde camasir olmasin) ön yikamasiz olarak makinayi calistirin,yaklasik 10-15 dakika bekledikten sonra elinizi makinanin cam kapagina degdirin,su isinmaya baslamissa 100ml miktar kadar sivi porcözü camasir tozu koydugunuz cekmeceden iceri bosaltin ve yikama programi bitene kadar bekleyin.(Sonucta senelik toplam 100 Euro ödediginiz Calgon yerine,100ml ik asitle 3.-Euroya halletmis olursunuz,hemde kireci kökünden temizler



GÜZEL NAMAZ KILABİLİYOR MUYUZ?

Etiketler:

HUŞU İLE NAMAZ KILMAK
Hâtem-i Zâhid (k.s.)hazretleri Âsım İbn-i Yûsuf hazretlerinin yanına geldiğinde Âsım (kuddise sırruh) ona sordu:
-Ey Hâtem namaz kılmayı güzel becerebiliyor musun?
O da 'Evet'deyince, Âsım (k.s.):
-Peki, nasıl kılıyorsun? diye sordu. Hâtem-i Zâhid hazretleri başladı anlatmaya:
-Namaz vakti yaklaştığında abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve namaz kılacağım yere dikiliyorum. Tâ ki her uzvum yerleşiyor.
Sonra Kâbe'yi iki kaşımın arasında, Makâm-ı İbrahimi göğsümün hizasında, Allah Teâlâ'yı mekândan münezzeh (pâk ve uzak) olduğu halde başımda hâzır ve kalbimdeki her şeyi bilir halde görüyorum.
Sanki ayağım sırat köprüsünün üzerinde; cennet sağımda, cehennem solumda, ölüm meleğini de arkamda hissediyorum ve kılacağım namazın son namazım olduğunu düşünüyorum.
Sonra ihsan ile (Mevlâ'yı görür gibi) iftitah tekbirini tekbirini alıyorum, tefekkürle okuyorum, tevâzû ile rükûa eğiliyorum, tazarrû ile secdeye kapanıyorum.
Sonra tamamıyla oturuyor, ümitle teşehhütte bulunuyor ve sünnet üzere selâm veriyorum.
Sonra da o namazı ihlâsa teslim ediyor, korkuyla ümit arasında kalkıyorum ve bu hâl üzere sabra devam ediyorum.
Bunu duyan Âsam hazretleri:
-Ey Hâtem!Senin namazın böylemi? diye sordu. O da:
- Evet otuz senedir böyle namaz kılıyorum! deyince Âsım hazretleri ağlayarak şunları söyledi:
-Ben daha bu zamana kadar hiç böyle bir namaz kılamadım!



ŞEYTAN VE DOSTLARI

Etiketler:

Bir gün Şeytan, dünya çapında konvansiyonel bir toplantı için tüm dostlarını çağırmış.
Açılış konuşmasında demiş ki:
Müslümanların Camilere gitmesini engelleyemiyoruz. Kur'an okumalarını ve gerçekleri öğrenmelerini de engelleyemiyoruz. Allah ve elçisi ile sağlam ilişkiler kurmalarını da engelleyemiyoruz.
Allah ile bir kere bağlantı kurduklarında üzerlerindeki gücümüz kırılıyor. Dostları demiş ki: Gerçekten zor bir durum, peki ne yapalım? Şeytan demiş ki: Bırakın Camilere gitsinler. Fakat zamanlarını çalın, böylece Allah ve elçisi ile bağlantı kuramasınlar..
Sizden isteğim budur. Şeytan devam etmiş: Dikkatlerini dağıtın, böylece gün boyunca Allah ile hayati öneme sahip bağlantıyı kuramasınlar. Dostları şaşırmış: Bunu nasıl başaracağız?
Şeytan:
Hayatın önemsiz ayrıntılarıyla zihinlerini sürekli meşgul et! Müslümanların kulaklarına şunu fısılda: Harca, harca, harca.. Borç al, borç al, borç al..'
Kadınlarını işe girip uzun saatler boyunca çalışmaları için ikna et ! Erkeklerin haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat çalışmalarını ve böylece hayatlarında boşluk kalmaması için planlar yap! Çocukları ile zaman geçirmelerini engelle!
Evleri ferahladıkları bir yer olmaktan çıkacaktır! Zihinlerini o kadar meşgul et ki kendi iç seslerini (oto kritik, nefis muhasebesi) dinleyemesinler! Böylece kafaları karışacak, Allah ve elçisi ile zihinsel beraberlikleri kopacaktır. Bravooo, mükemmel fikir, diye alkışlamış dostları. Durun, daha bitmedi, diye devam etmiş Şeytan:
Kahvehanelerde, doktor muayenehanelerinde, kafe'lerde masaları gazete ve dergilerle doldur! Zihinlerini 24 saat haber bombardımanına tut! Araba kullanma esnasında tefekkür etmelerini, İnternete girenlerinin mailboxlarını, junk maillerle, sipariş katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile ve boş umutlarla doldur! Gazete ve TV'leri ince yapılı güzel modellerle doldur ki kocaları dış güzelliğin önemli olduğuna inansınlar ve hanımlarından hoşlanmasınlar! Kadınların, akşamları kocalarıyla ilgilenemeyecek kadar çok yorulmasını sağla! Eğer kadınlar, erkeklerin ihtiyacı olan sevgiyi veremezlerse, erkekler bu sevgiyi başka yerlerde arayacaklardır!
Çocuklarına namazın önemini anlatmalarını engellemek için hikaye kitaplarını tavsiye et!
Doğaya çıkıp Allahın yaratma sıfatını görmelerini engellemek için onları çok meşgul et, eğlence parklarına, fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara, konserlere, sinemalara vs götür! Oralarda kavga çıkarıp birbirlerini vurmaları sağla! Bizim işimiz fitne çıkarmaktır, bunu unutma! İslami dostluklar ve sohbetler yerine, taraftar-parti dostluklarını ve dedikoduları teşvik et! İşte plan bu! Futbol, hayatlarının odağı olsun. Futbolcuların isimlerini çocuklarına ezberletmeyi marifet saysınlar! Ancak İslamın şartlarını merak bile etmesinler! Kurnazca plan için dostları şeytanı çılgınca alkışlamışlar ve ülkelere dağılırken Müslümanları daha fazla meşgul edeceklerine, telaş içinde oraya buraya koşuşturacaklarına, Allah'a, Elçisine ve ailelerine daha az zaman ayırtacaklarına söz vermişler. Sence bu plan başarılı mı?

ŞEYTANIN EN TATLI 12 SÖZÜ

1 - BİR DEFAYLA BİR ŞEY OLMAZ

2 - DAHA GENCİZ.

3 - ALLAH (C.C) KALP TEMİZLİĞİNE BAKAR.

4 - ALLAH (C.C.) İLE KUL ARASINA GİRİLMEZ.

5 - EMEKLİ OLDUKTAN SONRA.

6 - ZAMAN SİZE DEĞİL SİZ ZAMANA UYUN.

7 - BİR ŞEY OLMAZ ALLAH (C.C) AFFEDER.

8 - BU KADAR GÜNAHTAN SONRA BİRAZ ZOR AFFEDİLİRSİN.

9 - FAZLA DÜŞÜNME KAFAYI YERSİN.

10 - CEHENDEMDE BİR SÜRE YANDIKTAN SONRA CENNNETE GİRMEYECEKMİYİZ. (Sanki kibrit çöpünün ateşine dayana biliyormuş gibi)

11 - BİZ BÜYÜKLERİMİZDEN BÖYLE GÖRDÜK.

12 - AMAN HA DİKKAT BEYNİNİZİ YIKAMASINLAR.



TASAVVUF NEDİR?NE DEĞİLDİR?

Etiketler:

TASAVVUFUN GENELİYLE İLGİLİ SORULAR
- Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
- Bu sorunun tasavvuf konusundaki belirsizlikleri gidermek amacıyla sorulduğu anlaşılmaktadır. Bugün tasavvuf konusunda sapla saman birbirine karıştığı, şeyhlerin sahtesi ile gerçeği yaygın bir biçimde her yanda bulunduğu için bunları birbirinden tefrik etmek zordur. Bunların doğrularını tanımak için bir takım ölçülere ihtiyaç vardır. İşte o ölçüler şunlardır:
a- Ehl-i sünnet ve ve'l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç,
b- Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı (salih amel),
c- Düzgün bir muamelat,
d- Muhammedî bir ahlak.
Tasavvuf bu ölçüler içinde şu özellikleri de taşır:
a- Tasavvuf manevi tecrübe ile anlaşılan hal ilmidir,
b- Tasavvufî bilginin konusu ma'rifetullah'tır,
c. Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtasıyla öğrenilir,
d- Tasavvuf kitaptan okuyarak öğrenilebilecek bir ilim değildir, çünkü tecrübîdir.
e- Tasavvufun bilgi kaynağı felsefe ve kelam gibi akılla sınırlı değildir. İlham ve keşf de bilgi kaynağı kabul edilir.
f- Tasavvufî eğitim tarikat denilen özel yollarla kat'edilir.
el-Lüma' müellifi sûfîlerin sahtesini hakikisinden ayırmak için şöyle bir ölçü koyar:
1- Haramlardan kaçınmak,
2- Farzları ifa etmek,
3- Dünyayı ehl-i dünyaya bırakıp dünya-perest olmamak.
- Tasavvufun muhteva açısından mertebeleri nelerdir?
- Tasavvufun tahalluk ve tahakkuk olmak üzere iki mertebesi; yani boyutu vardır. Tahalluk, tasavvufun eğitim boyutudur. Tasavvufi hayat, tarikat, manevi makamlar, seyr u sülûk ve adab gibi konuları kapsar. Tahakkuk ise tasavvufun ma'rifet, işaret ve bilgi boyutudur. Bu da insanın ma'nevî eğitim sayesinde ahlak ve takva açısından yükselişi ve Allah'a yaklaşması sonucu kainattaki bazı ilahî sırlara aid elde ettiği bilgilerdir. Nitekim Kur'an'daki: "Allah'tan korkun Allah size öğretsin." (el-Bakara.2/282) ayeti takvanın bir takım manevî bilgilere erme vesilesi olduğuna işaret etmektedir. Bir kudsî hadisteki: "Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta ben onun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı... olurum"(Buhari, Rikak, 38) ibareleri, kulluk ve nafile ibadet ile insanın kainattaki ilahî kudretin etkisini anlamaya başlayacağını anlatmaktadır. Aslında ehl-i sünnet inancına göre bütün insanların fiillerinin gerçek mutasarrıf ve halikı Allah'tır. Ancak insanlar gözlerindeki dünya ve masiva perdesi sebebiyle bunu görememektedir. Yani bir başka ifade ile herkesin gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı Allah'tır. Çünkü bütün fiillerde yaratıcı O'dur. İnsanlar bu gerçeği nafile ibadetlerle Hakk'ın sevgilisi olacak konuma geldikleri zaman farkedebilirler. Kur'an'da Allah'ın, kulların fiillerini kendine izafe etmesi bundandır. Nitekim "Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı." (el-Enfal, 8/17) buyrulur. "Bildikleriyle amel edene Allah bilmediklerini öğretir.'' (Hilyetü'l-evliya, X, 15) hadisinde de aynı konuya işaret edilmektedir.
Tasavvufun bu iki özeliği tasavvufi hayat ve tasavvufi düşünce olmak üzere iki mertebenin meydana gelmesini sağlamıştır. Bunların ikisi de birbirine bağlı olmakla birlikte; aslolan kulluğa yardımcı tasavvufi hayattır.
- "Tasavvuf, tefsir, hadis ve fıkıh ilmi gibi bir ilimdir" deniyor. Tefsir İbn Abbas ile; hadis, hadis rivayet eden bir çok sahabi ile; fıkıh yine fakih sahabîler ile Peygamberimiz zamanından bu yana sabit ilimlerdir. Ama Peygamberimiz, ve hulefa-i raşidin döneminde tasavvufun isminden bile bahsedilmemiştir, ne dersiniz?
- Evet tasavvuf, İslamî ilimler mozaiğinin bir parçasıdır. Nasıl tefsir, hadis ve fıkıh asr-ı saadette var olan bir ilim ise tasavvuf da muhtevası itibarıyla öyledir. Çünkü İslam'ın ihsan boyutunu, îmanın îkan yani yakînî bir kıvamda yaşanmasını sağlayan tasavvuftur. Kur'an'da bahsi geçen takva, zikir, huşu, tevbe ve rıza gibi kalb amellerinin nasıl gerçekleşeceğini Kur'an ve sünnetten alıp tatbiki olarak öğreten zahidlerdir, sûfîlerdir. Tasavvufun asr-ı saadetteki adı belki zühddür, ihsandır, rabbanîliktir ama; tasavvuf öz ve muhteva itibarıyla o gün de vardı.
- Günümüzde tasavvufun içine pekçok hurafeler karışarak bozulduğu görülmektedir. Özellikle menkıbeler konusunda sıkıntılar var. Net bir tasavvuf ortaya konmuyor? Bu konuda neler yapılabilir?
- Bu soruda herhalde tasavvufun bozulup gerilediğine işaret edilmek istenmektedir. Aslında İslamî ilimler ve sosyal kurumlar bileşik kaplar gibidir. Birinin yükselmesi ve diğerlerinin yerinde sayması veya birinin seviyesinin düşüp diğerlerinin yukarda kalması mümkün değildir. İslam dünyasında gerileme ve çözülme başlayınca bütün ilimler ve kurumlar bundan nasîbini almıştır. Medrese, tekke ve ordu üçlüsünün oluşturduğu sosyal müesseseler birbiriyle ahenkli biçimde çalıştıkları, birbirlerini rakip görüp dışlamadıkları zamanlar yüksek seviyede hizmet vermişlerdir. Bu müesseseler birbirini bütünleyen özelliklerini kaybedip rekabetle birbirini yıpratmaya başlayınca genel bir gerileme başlamıştır. Tekke ve tasavvufi kurumların parlaklığını kaybettiği dönemde, medrese veya ordunun hala parlak hizmetler verdiğini söylemek mümkün değildir. Bu itibarla gerileme ve çözülme bütün kurumlarda birlikte yaşanmıştır.
Günümüzde tasavvufî hayatın içinde bulunduğu öne sürülen bid'at ve hurafeler aslında İslam toplumunun ortak problemidir. Tasavvuf, ya da başka İslamî çevrelerde görülen bir takım bid'at ve hurafelerin temel sebebi bilgi eksikliğidir. Çünkü bugün insanlarda manevi hayata ilgi, bilginin çok önündedir. Bu ilgiyi doyurup iyiye kanalize edecek gerekli kurumlar olmadığı ve dini bilgilenmede problemler olduğu için insanlar din adına çoğu zaman hurafelere takılıp kalmaktadır. Hurafe ve bid'atin tek sebebi vardır o da cehalettir. Ehl-i sünnet çizgisinde müteşerri ve cehaletten kurtulmayı görev sayan tarikatler hurafelerle mücadele etmektedir. Nitekim XIX. yüzyılda başta Nakşbendiyye'nin Halidiyye kolu olmak üzere pek çok tarikat, ilim ve medrese çevrelerinin de desteğiyle bir tecdid, yenilenme ve ıslahat hareketi başlatmışlardır.
Menkıbelerle ilgili sıkıntılara gelince işe önce menkıbenin ne olduğundan başlayalım. Menkıbe (doğrusu menkabe) lügatte övünülecek fazilet, hüner ve meziyet demektir. Istılahta ise peygamberler, sahabîler, tarihî şahsiyetler, mezheb imamları ve süfîlerin övülecek fazîlet ve meziyetlerini anlatan rivayetler, demektir. Kur'an'da geçmiş peygamberlere ve ümmetlerine aid bir takım kıssaların yer alması, hadislerde de böyle rivayetlerin bulunması "kıssacılık" diye bir mesleğin meydana gelmesini sağlamıştır. Kıssacılara "kussâs" denilir. Halk kıssalardan hoşlandığı için bunlar, vaaz ve irşadda bir eğitim aracı olarak kullanılmıştır. Sofîler başlangıçtan beri bu tür kıssalardan oluşan, peygamberler, sahabîler ve ilk devir süfîlerinin kıssa ve menakıbını yazılı ve sözlü olarak nakledegelmişlerdir. Tabiî, bir meslek haline gelen bu alanda halk muhayyilesinin de katkılarıyla zaman zaman abartılı rivayetler de gündeme gelmiş, hatta zamanla işin özünü ve nasihat değerini ihmal eden bazıları, sadece kıssa ve menkıbe yazıp nakletmeyi ve olağanüstü bir takım olaylardan bahsetmeyi daha önemli görür olmuştur. Halbuki kıssa ve menkıbelerde gaye, okuyan ve dinleyenlere bir mesaj ve öğüt vermektir. Bu gayeye uygun olarak yazılan ve anlatılan menkıbelerin yararlı olduğunda şüphe yoktur. Tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan gibi bir takım olağanüstülüklerin bulunduğu keramet ve menkıbeleri, halkın kahramanlık duygularını tatmîne yarayan şeyler olarak görüyorum. Kesikbaş hikayeleriyle savaşta orduya yardım eden yeşil sarıklı velilere bu gözle bakılmalıdır. Bugünün materyalist ve pozitivist dünyasında îcad edilen süpermen filmlerinde verilmek istenen nedir? Seyircinin gizli kalmış bir takım macera, kahramanlık ve intikam duygularını tatmin değil mi? Herhalde menkıbelerde de böyle bir etki bulunduğu için çokça tutulmuştur. Nasıl bir kurgubilim filmini gerçek sanmak yanlış ise, menkıbelerde anlatılan bazı şeyleri de böyle doğrudan dinin temel esası sanmak ve öyle sunup algılamak da yanlıştır. Bugün Batı'da -ruh hastalıklarının tedavisinde süfî menkıbelerinin kullanıldığına ilişkin bir takım yayınlar göze çarpmaktadır. Bu da bize bunların bir takım fonksiyonlar icra edebilecek önemini göstermektedir. Önemli olan sap-saman ile danenin birbirine karışmamasıdır. Bugün gerek menkıbeleri nakledenler, gerekse okuyup dinleyenler, zaman zaman ana hedefi birbirine karıştırdıklarından problemler doğmaktadır. Yerine göre kullanılır ve dînî bir nass gibi görülmezse menkıbelerin de yararlı olabileceğinde şüphe yoktur.
İslamî ilimlerin hepsinde meydana gelen canlanma, yenilenme tasavvuf muhitlerinde de görülmektedir. Ancak nasıl fıkıh, tefsir ve hadiste bugün müslümanlar dün oldukları seviyeyi henüz yakalayamamışlarsa tasavvufta da yakalayamamışlardır. Kaldı ki tasavvuf bir ilim olduğu kadar manevî ve ruhî bir hayattır. Bu yüzden bu konudaki gelişmeler daha çok zamana ihtiyaç göstermektedir. Bu konuda neler yapılabileceği konusunda şunları söyleyebiliriz. Önce tasavvufun ilim boyutu tasavvuf klasikleri denilen Kuşeyrî Risalesi, İhya, Kutü'l-kulûb, el-Lüma', et-Taarruf ve Keşfu'l-mahcûb gibi müteşerri kaynaklar ile tasavvufi düşünce ürünü klasik eserlerden yararlanılarak ortaya konmalıdır. Ardından tasavvufun eğitim yönü demek olan seyr u sülûk boyutu, işi tezgahtarlığa vardırmayan liyakatli ve şerîata merbut mürşidlerce hem yazılı eserler, hem de fiilî örneklerle takdim edilmelidir. Böyle bir ortamın gerçekleşmesinden sonra belli bir süreç içinde mutlaka gelişmeler olacaktır. İslamın hukuk sistemi bile henüz bugünün ihtiyaçlarına cevap verecek bir biçimde tam olarak ortaya konulamamış ve bununla ilgili gerekli ve yeterli çalışmalar yapılamamışken bütün eksiklik ve kusur sadece tasavvufta imiş gibi önyargılı davranmak haksızlık olur diye düşünüyorum.
- Bazıları "Tasavvuf, Yunan mistisizminden alınmıştır." diyorlar. İslam literatürüne girmiş bir ilim olan tasavvufun kaynağını açıklar mısınız?
- Tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısı, daha çok müsteşriklerin gayretleriyle ortaya çıkmıştır. Muhtelif dinlerin mistik yapılarındaki bir takım benzerlikler onları, bunların birbirinden alınmış olması düşüncesine sevketmiştir. Bir takım müsteşrikler tasavvufun sadece Yunan mistisizminden değil, Hind, İran, Mısır, Hristiyan ve Yahudî mistisizminden etkilendiği düşüncesini öne sürmüşlerdir. Aralarındaki bir takım benzerlikler sebebiyle bu görüşleri öne sürenler, bu benzerliklerin insan fıtratından kaynaklanan özellikler olduğunu; her nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yasasın insanın bu tür ihtiyaç ve temayüllerinin bulunduğunu görmezden gelmişlerdir. Nasıl din olgusu tarihi boyunca insan için bir gerçekse, din için tasavvuf ve ruhî hayat da öyledir. İslam'da bulunan ibadet ve muamelata aid bir takım ahkam ve kuralların Hristiyanlık ve Yahüdîlikteki adab ve ahkama benzemesi, nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmezse, tasavvufi hayat ve tasavvufi düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle bir takım dış kültürlerden aktarılmış olması anlamını taşımaz. Rengi, dili, kavmiyeti ne olursa olsun, insanların belli ruhî anlayışları hiç yabancılık çekmeden algılaması mesela bir Japon'un İslam tasavvufuna dair yazılmış bir eserden zevk alması, bu ortak özellikten kaynaklanmaktadır.
Bir ilmin İslamî olup olmadığını anlamak için önce adına, sonra muhtevasına, sonra da o ilim mensuplarının kendilerini şeriat karşısında hangi noktada gördüklerine bakmak gerekir. Bu üç esasa göre tasavvufu sırasıyla ele alacak olursak:
a- Tasavvufun adının genellikle ashab-ı suffenin "suffe" sinden, "safvet"ten ve "sûf" kökünden geldiği kabul edilir. Bu kelimelerin üçü de İslamî menşelidir. Tasavvufun kökü olarak "Sofia" kelimesinden bahsedilmişse de, gerek süfîler ve gerekse araştırıcılar tarafından reddedilmiştir. Hatta bir takım müsteşrikler bile tasavvuf ve sufi kelimesinin sofia kökünden geldiğine karşı çıkmış, bunun yerine yün anlamına gelen "sûf" kökünden geldiği görüşünü benimsemişlerdir.
b- Tasavvufun iki önemli muhtevası vardır: Eğitim ve bilgi. Tasavvuf, eğitimde temel olarak benimsediği zikir, tezkiye, tasfiye, rabbanîlik, mücahede gibi esaslar ye üsve-i hasene - model şahsiyet - ilkesiyle bir yaşama biçimidir. Kur'an'da 250'den fazla yerde geçen zikir lafzı ve bu konudaki emirler, "nefsini tezkiye edenin kurtuluşa ereceğini" haber veren ayet (eş-Şems, 91/9); safvete ermiş kalb-i selim (eş-Şuara, 26/88-89) ve rabbanîlik (Alü İmran, 3/79) riyazat ve mücahede konusundaki ilahî emir ve nebevi tavsiyeler aslında tasavvufi hayatın Kur'an ve sünnet menşeli olduğunu göstermektedir.
c- Sûfîlerin kendilerini şer'i açıdan hangi noktada gördükleri mes'elesine gelince ilk sûfîlerden itibaren meşayıh, ilimlerinin şerîata bağlılığını sık sık vurgulamışlardır. Nitekim Cüneyd: "Tasavvuf bir evdir, kapısı şeriattır," Seriy Sakatî: "Tasavvuf kitap ve sünnetin zahirine ters bir batın ilminden bahsetmez." ve Sehl b. Abdullah Tüsterî: "Bizim yolumuzun temeli şu yedi şeydir. Allah'ın kitabına sarılmak, Rasûlü'nün sünnetine uymak, helal lokma, başkalarına eziyet ve yük olmamak, günahlardan kaçınmak, tevbe ve hukuka riayet" der. Bu tür söz ve uygulamaları çoğaltmak mümkündür. Mes'eleye bu açıdan bakıldığında da görülen süfîlerin İslamî bir yapı içinde olduklarıdır.
- Tasavvufu ayrı bir din gözüyle bakanlar var. Bu konudaki fikriniz nedir?
- Bir önceki soruda saydığımız deliller, tasavvufun İslamî bir ilim olduğunu göstermek için kafidir. Tasavvufun ayrı bir din olduğu görüşünü savunanlar, ya gerçek tasavvuf çevrelerinin de kabul etmediği, birtakım istismarcı ve sapıkların durumuna bakıp bir genelleme yaparak yanılıyorlar, ya gerçek tasavvufu yeteri kadar bilmiyorlar, ya da hasmane bir tavır içindedirler. Birinci grupta bulunanlar, bugün piyasada tasavvufu bir istismar aracı olarak kullanıp bir takım maddi ve dünyevi çıkarlar sağlamak isteyenlere bakıp tasavvuf hakkında genel bir hüküm vermektedirler. Aslında gerçek sûfîler, böylelerini tasavvuf ehli olarak görmemektedir. İkinci grupta yer alan ve müteşerri tasavvufun temel esaslarını bilmeyen kişilere, müteşerri mutasavvıfların eserlerini ve hayatlarını okuyup incelemelerini tavsiye ederiz. Bir Kuşeyrî'yi, bir Gazzalî'yi, bir İmam-ı Rabbanî'yi ve diğerlerini okusunlar. Üçüncü grupta bulunanları ise biraz insafa davet ederiz.
Sûfîlerin yeni bir din ihdası ile ortaya çıkan kimselere karşı yaptıkları mücadele, tasavvufu bir din gibi görme bir iddiasının doğru olmadığını göstermek için yeterli bir delildir. Nitekim İmam-ı Rabbanî döneminde yaşayan devrin sultanı Ekberşah, İslam, Hristiyanlık ve Hinduizm'den karma bir din ihdas etmeye kalkışmıştı. Bu zatla amansız bir mücadele sürdürüp ona engel olan İmam-ı Rabbanî hazretleridir. Kendisine "ikinci bin yılının yenileyicisi" anlamına - Müceddid-i elf-i sanî - denilmesinin sebebi bu mücadelesi ve hizmetidir. Her biri bir Allah ve peygamber aşıkı, İslam hadimi olan sûfilerin temsil ettiği tasavvufun bir başka din gibi takdim edilmesinin ilmîlik ve insaf ölçüleri ile bağdaşır yanı yoktur.
- İslam'ı tasavvuf, cihad ve nur gibi ekol ve fırkalara ayırmak acz ifadesi değil midir?
- Bu soruyu soran kardeşimiz herhalde bugün ülkemizdeki tasavvufa tarikat ve Risale-i Nur adıyla anılan cemaatlara ve bazı İslam ülkelerindeki tanzîm-i cihad gibi bir takım kuruluşlara bakarak bu soruyu sormuş olmalıdır. Bugün ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde bulunan İslamî cemaat ve fırkalar bir arayış içindedirler, İmamesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılan müslümanları yeniden toparlamaya çalışmakta; zor bir dönemden geçen insanımızın yeniden toparlanışına katkıda bulunmaktadır. Farklı yapıdaki bu cemaatlar, birbirleriyle uğraşmadığı ve önündeki hizmet planına göre birşeyler yaptığı sürece faydalıdırlar. Hatta onların farklı gruplar halindeki hizmetleri kendilerini hizmet yarışına sürükleyen bir motivasyondur. Allah Teala: "Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getiririr." (el-Bakara, 2/148) buyurmaktadır. Her grup birbiriyle çekişmeden hayır yarışına girince Allah, onları bir araya getirecektir. Dolayısıyla bu tür grupları bir hizmet dağılımı gibi görmek gerekir. Çünkü her grubun meşreb ve meslekıne göre hizmet önceliği vardır. Bu da toplumda değişik konuların değişik gruplarca ele alınmasını sağlamakta; dolayısıyla İslam toplumunun inşasına katkıda bulunmaktadır. Ayrıca gruplar arası iç çekişme genellikle dış mücadeleye güç olmadığı zamanlarda olur. Dış düşmanlarla mücadele edebilecek bir kıvama gelen İslamî topluluklar zaten çekişmez.
- Tasavvuf alanında zaman zaman görülen bozulma çizgisinin nedenleri nelerdir? Tasavvufta otokontrol mekanizması var mıdır? Nasıl işler?
- Bütün bilim dallannda ve kurumlarda olduğu gibi tasavvufta da zaman zaman asıldan uzaklaşmalar ve bir takım sapmalar olmuştur. Bozulmanın temel sebebi liyakatsizlik ve cehalettir. Babadan oğula intikal eden şeyhlik anlayışı, liyakatsiz ve ehliyetsiz kimselerin kolayca şeyhlik makamına oturmalarını sağlamış, bu da tabiî olarak bozulma sürecini hızlandırmıştır. Önceleri tasavvufî eğitim için belli bir dînî altyapı sağlanır, ondan sonra tarîkata girilirdi. Önce, tekke ve medrese arasındaki soğukluk bu yapıyı belli bir biçimde menfi olarak etkiledi. Ardından ehliyet ve liyakatine bakılmadan şeyh çocukları tekkelere şeyh olmaya başladılar. Liyakatsizlikler sonucunda yanlışlık hızla artmaya başladı.
Tasavvuf ve tarikatlerin iki otokontrol mekanizması vardı. Bunlardan biri tekkelerin kendi içinde seyr u sülûk ile işleyen ve sadece hilafet alanlara irşad imkanı sağlayan mekanizma. Özellikle büyük merkez tekkeler kendilerine bağlı taşra tekkelerine halifeler gönderir, meydana gelebilecek şikayetlere göre bu kişilerin azl ve tayinleri için meşihat ve saltanat makamına arîzalar takdim ederlerdi. Yetki ve sorumluluk asitane tabir edilen merkez tekkelerde olurdu. Teftiş ve murakabe de onlar tarafından yapılırdı.
ikinci otokontrol sistemi ise sosyal kontrol mekanizması olan halkın ve tarikat bağlılarının tepkisi ve kontrolü idi. Bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi tekkelerde de bu mekanizma son derece önemliydi. Halkın eğitim düzeyinin yüksek olduğu dönemlerde etkili bir biçimde çalışır ve ehil olmayan kimselerin işbaşına gelmesini önlerdi. Ama halkın eğitim düzeyi gerileyince bu mekanizmanın etkisi de azaldı. Tekkelerin kendi içindeki otokontrol mekanizmasının zaafa uğraması ve halkın şikayetleri, yöneticileri bir takım ıslah çalışmaları ile bu mekanizmaya işlerlik kazandırmaya yönlendirmiştir. Nitekim II. Abdülhamid Han tarafından kurdurulan "Meclis-i meşayıh"ın amacı otokontrol sistemini daha sağlıklı bir biçimde hayata geçirmekti. Bu amacı gerçekleştirmek için bir takım çalışmalar yapılmış ve tekke şeyhlerinin dini ve tasavvufi eğitimleri için belli esaslar vaz'edilerek icazet zorunluluğu getirilmiştir.
- Tasavvufî hayat ferdî olarak yaşanamaz mı?
- Bu soruyla iki şey kasdedilmiş olabilir. Birincisi evrad ve ezkârıyla, riyazat ve mücahedesiyle, seyr u sülûk ve tarikatıyla tasavvufun ferdî olarak yaşanıp yaşanamıyacağı; ikincisi kişinin kendi başına kitap ve sünnete uygun bir kulluk yapıp yapamayacağıdır. Öğrenmek başka, uygulamak ve yaşamak başka şeylerdir. Tasavvuf öğrenileni yaşamayı fiilî olarak öğreten bir eğitim kurumudur. Eğitimde güçlü şahsiyetlerin başkalarını etkileyerek kendi boyası ile boyaması sözkonusudur. Çünkü terbiye, olgunlaşmış şahsiyetlerin, insanın eksik ve ham tarafları üzerinde yaptığı olumlu etkidir. Türkçe'deki: "Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan" sözü bu etkileşimi gösterir.
Birinci şekliyle; yani tasavvufun seyr u sülûk ve tarikatıyla ferdî olarak yaşanması mümkün değildir. Çünkü bu eğitim sisteminin amacı bir mürebbî ve mürşidi gerekli kılmaktadır. Bütün uygulamalı ilimlerde olduğu gibi tasavvufi terbiyede de üstada ihtiyaç vardır. Bu konuda şeyh ve mürşide aid meselelerde daha ayrıntılı bilgiler verilecek.
İkinci şekliyle; yani insanın kendi kendine kitap ve sünnete göre kulluk yapması elbette mümkündür. Eldeki yazılı bilgilerden yararlanarak insan iyi bir müslüman olabilir. Ancak birlikteliğin heyecan ve coşkusu daha farklıdır.
- Bazı tarikatlar ilme, bazıları kisveye, bazıları keramete, bazıları nazara, bazıları çalgıya önem vermektedir. Bu yaşantı ve ilgi alanlarının farklılık sebebi nedir? Bu karmaşa içerisinde doğrunun ölçüsü nedir?
- Bugünkü müslümanların haline bakıp müslümanlık hakkında hüküm vermek nasıl yanlış bir yargı olursa, bugün toplumumuzda yaygın görüntülerin bakıp tasavvuf hakkında söz söylemek de aynı şekilde yanlış olur. Gerçek tasavvuf elbette, bugün çok bölük pörçük yaşanan tasavvuf değildir. Ya da bir başka ifade ile bazı grupların öne çıkmış bir takım özelliklerini tasavvufun bütünü için bir yargı vesilesi yapmak yanlıştır. Aslında bu soruların cevabı asırlar önce verilmiş ve tasavvufun asıl gayesi ortaya konmuştur. Bakınız Yunus ne diyor:
Dervişlik olaydı taç ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır.
Tasavvuf insanlara önce kendini, sonra Rabbini tanıma (ma'rifet) yolunu gösterir. Farklı özelliklerinin ortaya çıkması biraz da mürşid ve müntesiplerinin farklı karakter yapısından kaynaklanmaktadır. Çünkü yukarıda sayılanlardan hiçbiri tek başına tasavvuf değildir. Ancak sûfiler bir eğitim aracı olarak yerine göre musikîden de nazardan da istifade etmişlerdir. Bugün modern pedagojide insanın karşısındaki ile göz iletişimi kurmasının önemi kabul ediliyor. Göz ile kulak yüksek duyu organları sayılıyor. Bu iki duyu organının diğerlerine göre eğitimde çok daha etkili olduğu tesbit edilmiş bulunmaktadır. Nazar bir göz iletişimidir. Musiki de kulak aracılığı ile kalbe ulaşma yoludur. Mutasavvıfların derdi bellidir. Gönüllere "Elest bezmi"nde verdikleri sözü hatırlatmak. Bunun için, hangi aracı bulurlarsa kullanmışlardır. Aslında amaç olarak tasavvufta ne kisvenin, ne kerametin, ne nazarın, ne de güzel sesle söylenen musikî, ve ilahînin bir kıymet-i harbiyyesi vardır. Çünkü amaç kulluktur, ihsandır, rabbanîliktir. Rabbanîlik söz konusu olunca da sadece bilgininde çok önemi yoktur. Bilgi amelle, amel ihlasla, ihlas ihsan ve îsar ile beslendiği zaman anlam kazanır. Bugün bu konuda görülen eksiklik, tasavvufun değil, ferdlerin eksiklik ve kusurudur. Bunu tasavvufun geneline fatura etmek haksızlık olur.
- Günümüzün bozuk şartlarında, herşeyin nefse ve şehvete hitab ettiği bir zamanda sadece tasavvuf yeterli olur mu?
- Günümüzde, herşeyin nefs ve şehvete hitab ettiği bir ortamda tasavvufa belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Ancak İslamî ilimleri birbirinin alternatifi olarak görüp birini diğerinin yerine ikame etmek anlayışı yanlıştır. Çünkü her türlü ilimden arınmış "sırf tasavvuf" diye birşeyden söz edilemez. Tasavvuf fıkıhla, hadisle, tefsirle ve diğer İslamî ilimlerle birlikte vardır. Bunlar birbirini bütünleyen ilimlerdir. Bunlardan sadece birisi ve birkaçını alıp diğerlerini almamak eksiklik olur. Zaten süfîler de bunu bildiklerinden eserlerine ve yollarına diğer ilimlere aid bilgiler de koymuşlardır. Burada muhtelif kimselere nisbetle rivayet edilen şöyle bir sözü hatırlatmakta yarar vardır: "Fıkıhsız bir tasavvuf zındıklığa, tasavvufsuz bir fıkıh fasıklığa götürür. Fıkıh ve tasavvuf, zahir ve batın beraber olunca tahkik ilmi meydana gelir." Ahmed Rifai der ki: "Tarikat, ayn-ı şeriat, şeriat ayn-ı tarikattır. Aralarındaki fark lafızlardan ibarettir." (bk. el-Burhânü'l-müeyyed, Ma'rifet Yolu, s. 134.)

Kaynak: http://kitap.mollacami.com/node/1929



NİÇİN İBADET EDİYORUZ?

Etiketler:

Biz ibadetlerimizi cennete girmek ve cehenneme girmemek için mi yapıyoruz yoksa Allah emrettiği için ve onun rızasını kazanmak için mi yapıyoruz?
Cevap:

“Niçin ibadet ediyoruz?” sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun içinde iki soru saklı:

– İbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?

– İbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?
Bazıları bu soruyu sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en önemli noktayı unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında kendilerince birtakım faydalar sıralar ve bu faydaların başka yollarla da elde edilebileceğini ileri sürerek, ibadeti reddedici bir tavra girerler.
İllet denilince ibadet yapmamızı gerekli kılan sebebi kastederiz. Hikmetten ise yaptığımız ibadetten hâsıl olan faydayı anlarız. Dünya işlerinden bir misal: Anadolu’dan İstanbul’a gelmekte olan bir tüccarın bu seyahatinin illeti “ticaret”tir. Hikmeti ise daha çok zengin olmak ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmek... Buna göre söz konusu şahsa, “İstanbul’a niçin gidiyorsun?” desek, “zengin olmaya” diye cevap vermez. Bu, hikmete ait bir cevaptır ve yerinde değildir. Sorumuzun cevabı “ticaret yapmaya” şeklinde gelmelidir. Böyle bir cevap illete aittir ve isabetlidir.
O halde, “Niçin ibadet ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için” şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın pek çok da faydası vardır; gerek dünyada, gerek âhirette. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz. Bunlar meselenin hikmet yönüdür.

Abdin işi ibadettir; emir dinlemek, yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. İbadetini bu şuurla yapan bir kuluna, Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve Cennette vereceği dereceler ibadetin hikmet yönüdür.
İslâm’ın her emri ve yasağı bu hakikatten haber veriyor. Bunlardan sadece birkaç misâl: Meselâ oruç tutmanın tıp yönünden birçok faydaları var. Bütün bu faydalar orucun hikmet yönü. “Oruç niçin tutulur?” sorusunun cevabı, sanıldığı gibi bu faydalar değildir. Oruç, Allah’ın bir emri olduğu için tutulur. Bu ibadetin belli bir ayı vardır: Ramazan. Ramazan dışında on ay nafile oruç tutsanız da Ramazan’da tutmasanız bu ibadeti yerine getirmiş olmazsınız. Eğer mesele sadece orucun hikmet yönü, yâni faydaları olsa bu ikinci halde fayda on katına çıkmıştır, ama farz olan oruç hâlâ tutulmamıştır.
Yine orucun belli bir başlama ve bitiş vakti vardır. Orucunuza imsakten hemen sonra başlasanız da, iftarınızı yatsıdan birkaç saat sonra yapsanız orucunuz makbul olmaz. Daha fazla bir süre aç kalmışsınızdır, ama oruç tutmamışsınızdır. Hikmet fazlasıyla tamam olsa bile, illet kaybolduğundan ibadetiniz makbul sayılmaz.
Oruç tıbbî faydaları için tutulmadığı gibi, içki içmek de tıbbî zararları için haram değildir. “Niçin içki içmiyorsun?” sorusunun cevabı, “Allah yasakladığı için” şeklinde verilecektir. Ve ancak bu takdirde içki içmemek ibadet olur, takva olur ve insanı Rabbine yaklaştırır. İçki içmemekte esas olan, bedenini ve aklını korumak değil, bir İlâhî yasaktan kaçınmaktır. İllet budur; diğerleri ise içki içmemenin hikmetleridir, faydalarıdır.
Bilirsiniz, kendi kendine ölen yahut darbe ile öldürülen bir koyunun etini yemek haramdır. Bu noktada birtakım tıbbî veya biyolojik izahlar getirilebilir. Bütün bunlar, meselenin hikmet yönüdür. Bunlar sayılıp dökülürken şu husus unutulur: “Pekâlâ, Allah’tan başkasının ismiyle kesilen bir hayvanı yemek niçin haramdır?”
Bu soruya ne cevap verilecektir? Kesilmekse kesilmiş, kan akmaksa akmıştır. Demek ki işin esası, hayvan kesmenin tıbbî faydaları değil. Esas olan, insanın kulluk şuurundan ayrılmaması, Allah namına hareket etmesi. Keserken O’nun ismiyle kesmesi, yiyip içerken O’nun ismiyle başlaması, giyinip kuşanırken de yine O’nun kulu olduğunu unutmaması. O’nun emir ve yasaklarını daima göz önünde tutması...
Sözün özü: Rahman ve Rahîm Rabbimizin bütün emirlerinde bizim için nice faydalar var. Ama, biz ibadetimizi bu faydalar için değil, O’nun emrini gözeterek ve rızasını umarak yapıyoruz.
Bu inceliği sezemeyen yahut görmezlikten gelenler, yanlış değerlendirmelerle kendilerine ibadet kapısını kapar ve büyük bir zarara düşerler

Alaaddin Başar (Prof. Dr.)
Kaynak:sorularlaislamiyet.com



SEVDİĞİM SÖZLER

Etiketler:

*Dünyada, ufak tefek sinek ısırması mesâbesinde olup aslında içinde nice rahmet eserlerini barındıran bazı sıkıntılara maruz veya şahid olan şu nazlı insan, hemen itiraza girişmeden, mazhar olduğu nimetleri düşünmelidir.
Minnet teşekkürü gerektirir. Bu, kulun yaratanına teşekkürü olduğunda ibadet olarak tezahür eder.

*Allah rızası için hareket etmek.Allah’ın istediği gibi hareket etmek,Allah’ın istediği gibi yaşamak demektir.

*Bizim israflarımız, yüzbinlerce insanı birazcık fedâkarlıkla istihdam dairesi içine almaya rahatlıkla yeter. “yemek yedirip, erzak dağıtmalar vs.” yerine, insanlara iş verin. Kendi erzakını kendisi alsın. İslâm’da bir “yakın daire” formülü vardır , herkes kendi etrafına ve çevresine gören gözlerle baksın, en mükemmel yardımlaşma ağı kurulur.

*Nur Külliyatında, dünyanın üç yüzü olduğu nazarımıza sunulur: “İlahî isimlere âyine olma”, “Cennete tarla olma” ve “ehl-i hevesatın oyuncak yeri olma” yüzleri.

*Bu dünya da yolcu olduğunu bilenler, seyahat ettikleri vasıtaya ve oturdukları koltuğa değil, varacakları menzile nazar ederler. Kalpleri orası için çarpar, akılları orayı düşünür.
Dünya ve âhiret birer menzildir. İnsan, bunlardan birini ne ölçüde severse, diğerinin muhabbeti o nispette kalbinden silinir.

* “Yaşamak; kendi kendini adam etmek, akıl ve bilgi kullanarak etinden,kemiğinden kendi heykelini kendi eliyle yapmaktır.” Goethe

*Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah teâlâ buyuruyor: "Ey insan! Kendini benim ibadetime ver ki, senin kalbini zenginlikle doldurayım, fakirliğinin önünü alayım. Bunu yapmazsan, ellerini devamlı olarak meşguliyetle doldururum da bir türlü fakirliğini gidermem."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

*Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah, kişinin derecesini öyle bir yükseltir ki, sonunda o:
"Bu derece bana nasıl verildi?" diye sorar.
Bunun üzerine Allah şöyle buyurur:
"Çocuğunun senin için yaptığı dua ile bu dereceye ulaştın."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Bezzâr.

*Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.

*Allah bir kulu sevdi mi,onu dünyadan korur,tıpkı birinizin ,hastasına suyu yasaklaması gibi. (Hadis)

*Bir şeyi Allah rızası için yapmak ,karşılık beklemeksizin yapmak demektir.

*Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Geçmiş peygamberlerin, sonraki insanlara ulaşan sözlerinden birisi de şudur:
"Utanmadıktan sonra ne istersen yap!"
Ebû Mesûd radıyallahu anh. Buhârî.

*Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Tum dusuncesi ahiret olan kimsenin, kalbini Allah zengin kilar. Onu derler, toparlar ve dunya ona gelip boyun eger.
Kimin de butun kaygisi dunya olursa, Allah onun gozlerinin arasina fakirlik yerlestirir, islerini darmadagin eder. Dunyadan da ona, sadece kendisi icin takdir edilen sey gelir."
Enes radiyallahu anh. Tirmizi.

*Sana nasıl davranılmasını istiyorsan,sen de insanlara öyle davran.



TASARRUF İÇİN ÖNERİLER

Etiketler:

Market alışverişi

1- Makarna, bakliyat, deterjan, kişisel bakım ürünlerini toptan alın.

2- Peynir, et, sebze ve meyve gibi çabuk bozulan ürünleri ihtiyacınız kadar alın. Özellikle peynirler çok çabuk bozuluyor.

3- Büyük marketlerin indirim günlerini takip edin.

4- Marketler evlere haftalık olarak ‘indirimli ürün’ broşürleri dağıtıyor.

5- Sebze ve meyve için semt pazarlarını tercih edin. Ürünü kendiniz seçin, eve geldiğinizde yarısı çürük çıkmasın.

6- Pek çok markanın daha ucuza, muadil ürünleri var. Bunlar bildiğiniz markalarla aynı fabrikalarda üretiliyor. Muadil ürünleri tercih edin.

Giyim

7- Alışverişe gitmeden önce ihtiyaçlarınızı listeleyin. Hiç giymeyeceğiniz kıyafetlere para harcamayın.

8- Moda kurbanı olmayın. Sadece moda diye aldığınız kıyafet, bir sonraki sezon elinizde kalabilir.

9- Marka giyinmek o kadar da pahalı değil. Yıllardır büyük mağazalar ve markalar, seri sonu ve önceki sezon ürünlerini yarı fiyatına outlet mağazalarında satışa sunuyor.

10- “Biraz büyük oldu ama terziye verir, daraltırım” mantığı ile ucuz ürün almayın. Terzi ücreti ile astarı yüzünden pahalıya gelebilir.

11- Alacağınız kıyafeti mutlaka deneyin. Evde üstünüze olmazsa, boşuna para vermiş olursunuz.

12- İndirim dönemlerini bekleyin.

13- Aldığınız ürünün değiştirme garantisi olsun.

Su tasarrufu

14- Akkor lambayı, ‘kompakt floresan lambayla değiştirirseniz, yüzde 80 tasarruf edersiniz.

15- Odadan ayrılırken lambaları kapatın.

16- Gün ışığından mümkün olduğunca faydalanın.

17- Lambaların tozunu alın. Tozlanan lamba, ışığın yüzde 50’sini yutar.

18- Lamba alırken en yüksek lümen/watt oranını tercih edin. Daha fazla ışığa ihtiyaç duyulan bölümlerde, daha yüksek güçlü ama tek bir lamba kullanın.

19- Duvar, tavan ve mobilyaların açık renk olması enerji tasarrufunuzu artırır.

Buzdolabı


20- Buzdolabınızı fırın ve diğer ısı kaynaklarından uzak tutun. Bunu yapmazsanız, buzdolabınız serin kalmak için daha çok çalışır. Dolayısıyla daha çok enerji sarf eder.

21- Buzdolabındaki koruyucuların kalınlığının artması, içindekileri serin tutmak için daha çok çalışmasını gerektirir. Bu nedenle gıdaların fazla olan paketlerini çıkarın.

22- Derin dondurucudan çıkaracağınız malzemeyi bir gün önceden alarak buzdolabınızda çözülmeye bırakın. Bu malzeme, dolaba soğukluk vereceği için, buzdolabınızın daha az enerji harcamasını sağlarsınız.

23- Buzdolabınızdaki buz kalınlığının 5 mm’yi geçmemesine dikkat edin. Biriken buzlar, buzdolabınızın daha çok çalışmasına sebep olur.

24- Buzdolabının kapağını mümkün olduğu kadar az açın ve kapağı uzun süre açık tutmayın.

25- Buzdolabına sıcak malzeme koymayın. Çünkü sıcak yemek koyduğunuzd,a buzdolabınız, ısıyı uzaklaştırmak için daha uzun süre çalışıp, daha fazla enerji tüketecektir.

26- Sıvı yiyeceklerin üzerini kapatın. Kapatılmazsa dolabın içindeki nem oranı artar ve kompresörün daha fazla çalışmasına neden olur.

Ocak ve fırın

27- Çok gerekli değilse ön ısıtma yapmayın. Yapacaksanız da 10 dakikayı geçirmeyin.

28- Aynı anda birden fazla yiyecek pişirin. Enerjiden en az yüzde 50 tasarruf sağlarsınız.

29- Fırın kapağını her açtığınızda yüzde 20 oranında ısı kaybı olur. Kapağı açmamaya özen gösterin.

30- Mikro dalga fırınlarda pişirme 2-10 dakika, ısıtma ise 10-30 saniyede gerçekleşir. Bu nedenle geleneksel fırınlara göre yüzde 50 az elektrik harcarlar. Az yemek pişirecekseniz mikrodalga, çok yemek pişirecekseniz fırını kullanın.

Çamaşır makinesi

33- Yüksek sıcaklıkta yıkamak yerine ılık veya soğuk suyla yıkama yapın. Durulama içinse soğuk suyu tercih edin.

34- Önden yüklemeli makineler, üstten yüklemeli makinelere göre daha az enerji tüketirler.

35- Çamaşırlar çok kirli olmadıkça ön yıkama yapmayın.

36- Çamaşır makinenizi, tam dolmadan çalıştırmayın.

37- Çamaşırlarınızı yıkarken sıcak su yerine ılık su kullanın. Makine elektrik enerjisinin yüzde 90’ını suyu ısıtmada harcar.

Bulaşık makinesi

38- Ön durulama yapmayın. Sıcak su yerine soğuk su kullanın.

39- Bulaşıkların yıkanması için 55 derece su sıcaklığı yeterlidir.

40 - Makinenizi tam doldurmadan çalıştırmayın.

Elektrik süpürgesi ve saç kurutma makinesi

41- Elektrik süpürgesinin torbasını sık sık boşaltın. Böyle yaparak süpürgenin emme gücünü yükseltirsiniz.

42- Eskimiş fırçaları yenileyin.

43- Yılda en az bir kez motor bölümünün açılıp toz ve pamukçukların temizlenmesi gerekir.

44- Saç kurutma makinesi 10 dakika çalıştığında, 60 watt’lık bir lambanın 3 saat yanmasına eşdeğer bir elektrik tüketir.

Televizyon, bilgisayar, yazıcı, video, CD gösterici, radyo

45- Kullanmadığınız zaman boşa enerji harcamamak için bilgisayarınızı kapatın ve fişi çekin.

46- TV’ler, videolar, CD göstericiler, kablosuz telefonlar, alarmlar ‘stand-by’ modunda enerji tüketmeye devam ederler. ‘Sızıntı’ denilen bu enerji tüketimi, aletin kendi enerjisinin yaklaşık yüzde 5’i kadardır. Aletleri ‘stand-by’ modunda tutmayın.

47- Küçük ekranlı televizyonlar, büyük ekranlılara göre daha az elektrik enerjisi tüketirler.

48- Ses düzeyini düşük tutarsanız, daha az elektrik enerjisi tüketirsiniz.

Su tasarrufu

49- Meyve ve sebzeleri, sürekli akan suda yıkamayın. Önce, su dolu bir kapta çamurlarını ve tozlarını atmaları için bekletin. İkinci kap suyla, son durulamasını yapın. Dört kişilik bir aile, bu yöntemle yılda ortalama 18 ton su tasarruf edebilir.

50- Bulaşıklarınızı elde değil, makinede yıkayın. Dört kişilik bir ailenin günlük bulaşığını elde yıkarsanız, ortalama 84-126 litre su harcarsınız. Bulaşık makinesi, aynı bulaşığı sadece 12 litre suyla yıkar. Bu da bir yılda ortalama 26-40 ton su tasarruf ettiğiniz anlamına gelir.

51- Diş fırçalarken, tıraş olurken suyu kapatın. Kullanmadığımız halde açık bıraktığımız su gideri, yılda kişi başı ortalama 12 tondur.

52- Daha kısa duş alın. Beş dakikalık duşta ortalama 60 litre su harcarsınız.

53- Gereksiz yere sifon çekmeyin. Tuvaleti çöp olarak kullanmayın. Sifonu günde amacı dışında bir kez çekmeniz, yılda dört ton suyu boşuna harcamanız anlamına gelir. 1.5 litrelik bir pet şişeyi suyla doldurarak sifonunuzun içine yerleştirin. Sifonu çektiğinizde, şişenin içindeki su yerinde kalacağından, her seferinde 1.5 litre tasarruf edersiniz. Sadece bu basit yöntemle bile yılda 2 ton su kurtarabilirsiniz.

54- Duş başlığınızı değiştirin. Suyu daha iyi bir şekilde püskürten ekonomik duş başlıklarından alın.

55- Muslukları tamir ettirin, su kaçırmadığından emin olun. Saniyede bir damlayan musluk, yılda 1 ton su harcar. Su kaçaklarını engelleyin.

56- Bir çamaşır makinesi, tek bir çalıştırmada 176 litre su harcar. Makinenizi haftada bir kez bile az çalıştırmanız, yılda 9 ton su tasarrufu anlamına gelir.

Ucuz tatil


57- Ucuz uçak bileti bulmanın birinci ve değişmez kuralı, en az üç ay öncesinden bileti almak. Uçak doldukça ve zaman azaldıkça bilet fiyatları yükseliyor.

58- Promosyonları takip edin.

59- Havayolları şirketlerinin internet sitelerine üye olun. İndirimlerden haberiniz olsun.

60- Kış mevsiminde, Sevgiler Günü, Anneler Günü, Babalar Günü, 23 Nisan Çocuk Bayramı gibi özel günlerde uçmak daha ucuz.

61- Yaz sezonunda seyahat ediyorsanız, az tercih edilen gün ve saatleri seçin. Hafta içi sabah ve gece yarısı biletleri daha ucuz oluyor.

62- Yurtdışı seyahatine çıkacaksanız, Kasım ile Mart ayları arasını tercih edin.

63- Yılbaşında uçacaksanız, bileti aylar öncesinden alın.

64- Çok sık uçuyorsanız, mutlaka havayolu şirketlerinin mil puan kazandıran kartlarından edinin.

65- Bayram dönemlerinde uçacaksanız, dört-beş havayolu şirketini karşılaştırarak bilet satın alın. Yolcu kapmak için en yoğun promosyonlar bu dönemde yapılıyor. 66- Yaz sezonunda, biletinizi gidiş-dönüş alın. Garanti yolcu olduğunuz için daha ucuza bilet alabiliyorsunuz.

67- Atatürk Havaalanı değil de Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan kalkan ve seferleri tercih ederseniz, yine daha ucuza uçarsınız.

68 - Türkiye’de bir haftalık tatil yapmak istiyorsanız, tatilinizi yurtdışı seyahat acenteleri üzerinden organize edin. Yurtdışı fiyatları daha ucuz.

69- Tek başınıza seyahat etmek her zaman daha pahalı, turlara katılın.

70- Bir seyahat şirketinde arkadaşınız olsun, çalışan indiriminden yararlanın. Arkadaşınız yoksa edinin.

Eğlence

71- Arkadaşlarınızla kalabalık bir grup olarak dışarı çıkıyorsanız, gideceğiniz restorandan ya da gece kulübünden grup indirimi isteyin.

72- Gece eve dönerken, taksi şoförüyle, taksimetreyi gündüz tarifesinden açması için pazarlık yapın. Çoğu kabul ediyor.

73- Herkesin gittiği favori mekânlar yerine yeni açılan mekânları tercih edin. Yenilerde fiyatlar her zaman daha ucuzdur.

74- Daha tasarruflu olmak istiyorsanız, en iyisi dışarı çıkmayın. Evde vereceğiniz partiler, dışarı çıkmaktan daha az maliyetli olur. Hem ev sahibi olarak partinin yıldızı olursunuz hem şu sıralar ev partileri çok moda.

75- Hedef kitlesi özellikle gençler olan, örneğin GSM operatörlerinin, giyim ve yiyecek, içecek markalarının hediye kampanyalarını takip edin. Konserler için bedava bilet dağıtıyorlar.



HAYATIN ÖZETİ

Etiketler:



* Eğer '9' canlı olsaydın bile

* En çok '8' kez kaçabilirdin ölümden

* Bil ki '7' düvele sultan olsan dahi

* Yerin '6' mekan olacak sana

* En fazla '5' metre kumaş götürebileceksin

* Kapatacaksın '4' açsan da gözünü

* Bu dünya '3' günlük dünya

* Azrail'in yanında '2' kat olup yalvarsan da nafile

* Elbet '1' gün öleceksin

* İşte o zaman her şey '0' dan başlayacak



CİHADIN HÜKMÜ NEDİR?

Etiketler:



Düşmana karşı yapılacak olan cihad, normal şartlarda farz-ı kifayedir. Olağanüstü hallerde ise, farz-ı ayn olur. (1) Yani ümmetin her ferdinin cihadla meşgul olması zor olduğundan, herkese farz değildir. Ümmet içinden bir topluluğun bu görevi ifa etmesi yeterlidir.

Şu ayet, cihadın farziyetini bildirir:
"Hoşunuza gitmese de, kıtal (savaş) size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz " (Bakara suresi, 216)

Savaş, arzu edilen birşey olmamakla beraber, kaçınılması mümkün olmayan bir realitedir. (2) Savaşın mahiyetinde, tahrip etmek, kan dökmek, yaralanmak, ölmek... gibi nefsin hoşuna gitmeyen şeyler vardır.

"Hoşunuza gitmese de" ifadesi bu noktaya dikkat çeker. Savaş, zatında güzel değil, ama neticeleri itibariyle güzeldir. Çünkü, Allah yolunda savaşmakta, "düşmanın fenalığını def, müslümanların yükselmesini temin..." gibi güzel neticeler vardır. (3)

Cihadın zatı itibariyle değil, neticeleri yönüyle güzel olması, şifa için acı ilacı içmeye, kazanç ümidiyle yolculuğun zorluklarına katlanmaya benzer. (4) Acı ilacı içmeyen, sıhhat gibi tatlı bir neticeye ulaşamaz.

Zorluklara katlanmayan muvaffak olamaz. Cihad etmeyen de, dünya ve ahiret mutluluğunu yakalayamaz; dünyada düşmanlarına mağlup olur, ahirette de İlahî emre muhalefetin cezasını çeker.

Cihadın herkese farz olmaması, savaşmak görevinin ordunun üzerinde olması gibidir. Düşmanla savaşa ordu yeterli geldiğinde, ümmetin diğer fertlerinden bu görev düşer. Fakat yeterli gelmediğinde, seferberlik ilan edilir ve yedisinden yetmişine herkes sefere katılır; dinini, vatanını, namusunu kurtarır.

Şu ayet, normal şartlarda cihadın farz-ı kifaye olduğuna delalet eder: (5)

"Mü'minlerin hep birden savaşa çıkmaları uygun değildir. Her fırkadan bir grup savaşa gitmeli, onlardan bir kısmı da dini anlamak ve döndüklerinde onları uyarmak için kalmalı. Olur ki, sakınırlar." (Tevbe suresi, 122)

Rivayetlere göre, bir seferden geri kalanları kınayan ayetler nazil olunca, mü'minlerin toptan sefere katılmak istemesi üzerine, üstteki ayet nazil olmuştur. (6) Resulullah, sefere gittiğinde bazılarını geride bıraktığı veya bazı küçük seferlere kendisinin katılmadığı, tarihi birer realitedir.

Şu ayet de, cihadın farz-ı ayn olmadığının delillerinden kabul edilir:

"Mü'minlerden - özür sahibleri müstesna - oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olamaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlara üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah, her iki tarafa da "hüsnayı"/cenneti va'detmiştir..." (Nisa suresi, 95). Oturanlara da güzellik (cennet) va'dedilmesi, cihadın herkese farz olmadığını gösterir. (7)

Cihadın herkese farz olmamasından, bir kısım insanların tembellik göstermeleri uygun değildir. Ayetin de dikkat çektiği gibi, mallarıyla-canlarıyla cihad edenler, oturanlardan daha üstündürler. Dünyevî menfaatlerde aza razı olmayan nefislerin, cihad gibi en mukaddes bir görevde tembellik göstererek, az bir sevaba razı olmaları, elbette iyi bir hal sayılamaz.

Kaldı ki, cihadın farz-ı kifaye olması, ümmetten bir topluluğun bu göreve yeterli olduğu durumlar için söz konusudur. Belli bir topluluk cihad yükünü kaldıramadığında, bütün ümmet bu yükü omuzlamakla mükelleftir.
Şadi Eren (Doç.Dr)

Kaynaklar
1- Abdullah b. Mahmud Mevsılî, İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar, Çağrı Yay. İst., 1980, IV, 117; Muhammed b. İbnu Rüşd,, Bidayetü'l-Müctehid Nihayetü'l Muktesid, Daru'l-Marife, Beyrut, 1988, 1, 380-381; Kurtubî, III, 27; Ebu'l-Fadl Àlûsî, Ruhu'l-Meanî, Daru İhyai't- Türasi'l-Arabî, Beyrut, 1985, II, 106; W. Madelung, Dictionary of the Middle Ages, "Cihad" md. VII, 110
2- İbnu Haldun, Mukaddime, El-Mektebetu't-Ticariyye, Mısır, s. 270-271; Reşid Rıza, Tefsîru'l-Menar, Mektebetu'l-Kahire, Mısır, X, 364; Muhammed Hamîdullah, Hz.Peygamberin Savaşları, Ter. Salih Tuğ, Yağmur Yay., İst., 1981, s. 14
3- Halim Sabit Şibay, M.E.B. İslam Ans. "Cihad" md. III, 169; Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıye Kamusu, Bilmen Yay. İst. III, 356; Abdülhafız Abdürabbih, Felsefetü'l-Cihad fi'l-İslam, Mektebetu‘l-Medrese, Beyrut, 1982, s. 42; Özel, İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler, s.48
4- Razi, VI, 27; Muhammed Ali Sabunî, Revaiu'l-Beyan, Dersaadet Yay. İst., 1, 245; Kurtubî, III, 27-28; Àlûsî, II, 106
5- Razî, XVI, 225-226; İbnu Rüşd, I, 380-381; Kurtubî, VIII, 186; Bilmen, III, 358-359; Ahmed Kadiri, El-Cihadu fî Sebilillah, Daru'l-Menare, Cidde, 1992, I, 59-60
6- Razi, XVI, 225-226
7- Age. XI, 9; Kadiri, I,60

Kaynak :Sorularlaislamiyet.com



CİHAT NEDİR?

Etiketler:



Cihat, küfür cephesine ait zorlamaları bertaraf etmek için ve düşünce hürriyetini engelleyip, iradeleri baskı altında tutmayı ahlak haline getirmiş bu küfür cephesinin zalimane tavrına mani olmak içindir. İslam, muhkem ve değişmez kaidesiyle, insanların kendi düşünce ve iradeleriyle hareket etmelerine zemin hazırlamış, bunun önüne geçmeye çalışan her tüşebbüs ve zümreye karşı da cihat ilan etmiştir. Bu mevzuda ifade edilecek tek gerçek şudur: "İradelere vurulan pranga İslam'ın cihat emriyle kaldırılmıştır."

Cihadın gayesi nedir?
Her milletin ilham kaynağı olan mefkureleri vardır. Bir millet, bunlara ne kadar derinden derine inanırsa, onları gerçekleştirmek gayreti de o kadar büyük olur(1). Bir devlet kurmak, milletlerarası arenada söz sahibi olmak, aynı milletin mensuplarını biraraya toplamak... gibi mefkureler, bunlardan bazılarıdır.

Kur-an'ı Kerim, bu noktada ehl-i imanla ehl-i küfür arasında şu net ayırımı yapar: "İman edenler Allah yolunda savaşır. İnkar edenler ise "tağut" yolunda..." (Nisa suresi, 76)

"Tağut" ifadesi Allah yerine ikame edilen her şeyi içine alır. (2) Şeytan bir tağuttur. Şeytanın yolunda giden Firavun misali kişiler, birer tağuttur. Terbiye edilmemiş nefisler, birer tağuttur... Kur-an-ı Kerim, "hevasını ilah edineni gördün mü...?" (Furkan suresi, 43 ve Casiye suresi, 23) ayetiyle nefsin kötü arzularının putlaştıranlara işaret eder.

İşte inkarcılar böyle tağutların peşinde giderler. Şeytana tabi olur, nefse uyar, kötü kimselerin rehberliğinde mücadele ederler. Onların bu mücadelesi, her türlü ulviyetten mahrum, süfli bir mücadeledir. Bu mücadelenin temelinde "menfaat" duygusu vardır. Kendi hasis menfaatleri için dünyayı ateşe vermekten asla çekinmezler. Nitekim, son ikiyüzyılın savaşlarına bakıldığında, onların bu süfli isteklerini açıkça görmek mümkündür. (3)

Bazıları,
-Yeryüzünü istila,
-Ganimet elde etmek,
-Sömürgeler, pazarlar, hammadde kaynakları bulmak,
-Bir tabakanın, başka bir tabakaya, bir milletin başka bir millete hakimiyeti... gibi gayeler için savaşırlar. (4)

Elindeki inciri komutanlarına gösterip, "bunun yetiştirdiği diyarlar hala bizim değil. Haydi arkadaşlar, oralara sefer düzenleyelim, oraları ele geçirelim" diyen Romalı hükümdarla, dünyanın belli başlı hammadde kaynaklarını ele geçirmeyi hedefleyen sömürgeci devletlerin idarecileri arasında pek fark yoktur. Devletler, şahıslar değişse de, zihniyet aynı zihniyettir. Tarih, bu noktada tekerrür etmektedir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, bu hakikatin ispatıdırlar.

Müminler ise, Allah yolunda savaşırlar. Ulvi değerler uğrunda cihad ederler. Rızay-ı İlahi yolunda gayret gösterirler. Müminlerin mücadelesi, bir fazilet mücadelesidir. Kur’an-ı Kerim'de, cihad ve kıtal (savaş) ifadelerinin geçtiği yerlerde, devamlı "fi sebilillah" (Allah yolunda) kaydının bulunması, son derece dikkat çekici bir durumdur. Allah yolunda olmayan bir mücadelenin, bir savaşın, hiçbir kıymeti yoktur.

Nisa suresi 141. ayette, mü'minlerin zaferine "fetih", kafirlerin galebesine "nasib" denilmesinde, her iki tarafın savaş gayelerinin farklılığına işaret vardır. Mü'minler fethederler. Kafirler ise; dünyevi, fani şeylerden bir miktar nasiplenirler. (5)

Kur-an-ı Kerim, yapılacak mücadelenin hedef ve gayesini şu şekilde belirler:

"Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın." (Enfal suresi, 39)

Ayette, ehl-i imana iki hedef gösterilmiştir:
1- Fitnenin kökünü kazımak.
2-Allah'ın dinini hakim kılmak.

"Fitne" kelimesi "karışığını almak için altını ateşe koymak" anlamındadır. (6) Bundan, "mihnet ve belaya sokmak" manasında kullanılmıştır. İnsanları inancından dolayı işkenceye tabi tutmak, ibadetine müdahale etmek, inandığı gibi yaşamalarını engellemek, inancından dolayı yurdundan sürüp çıkarmak gibi durumlar hep birer fitnedir. Kur-an-ı Kerim'de, "fitne ölümden beterdir" denilir (Bakara suresi, 191). " Ölümden daha ağır ne vardır ?" dememek gerekir. Zira, ölümü temenni ettiren hal, ölümden daha ağırdır. (7)

"Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar" ehl-i küfürle savaşmak, genel bir dünya barışını hedef olarak gösterir. Her türlü fitneye son vermek, sulh ve sükuneti sağlamak, müslümanlar için varılması gereken bir hedeftir. Öyle ki, dünyanın uzak bir köşesinde gayr-i müslim bir devlet, bir başka gayr-i müslim devlete zulmetse, müslüman devletler bu fitneye müdahale etmeli, haddi aşanlara, hadlerini bildirmelidir.

Cihadın bu ulvi gayesine, şu ayet işaret eder:
"Size ne oluyor ki, "Ya Rabbena, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı yolla !" diyen mazlum erkek-kadın ve çocuklar uğruna Allah yolunda savaşmıyorsunuz ?" (Nisa suresi, 75)

"Dinin bütünüyle Allah'ın olması" hedefi ise, beşeri beşere kulluktan kurtarıp, sadece Allah'a kul olmasını temin gayesine yöneliktir. (8) Kur-an-ı Kerim, yahudi ve hristiyanlardan bahsederken, "Onlar, alimlerini ve rahiblerini Allah'tan başka Rab'ler edindiler" der (Tevbe suresi, 31) Şüphesiz, herhangi birini Rab edinmek için, ona "Rab" namını vermiş olmak şart değildir. (9) Üstteki ayeti açıklayan hadiste belirtildiği gibi, alim ve rahiblerin helal kıldığını helal, haram kıldığını da haram kabul etmek, onları Rab edinmek demektir. (10)

İslam hür bir ortamda tebliğ edilebilmeli, bu dine girmek isteyenlere engel olunmamalı ve bu dini yaşamak isteyen her fert, serbestçe yaşayabilmeli, kimse dininden dolayı fitneye düşürülmemeli, ezaya maruz kalmamalıdır.

İşte cihad, bu hürriyetleri sağlamak ve bu hususta ortaya çıkan engelleri aşmak içindir. Önündeki engeller kaldırıldığında, bütün insanlığın koşarak gireceği tek İlahi din, İslam olacaktır. (11)

Şüphesiz, "dinin bütünüyle Allah'ın olması", başka dinlere hayat hakkı tanımamak, o dinlerin mensublarını zorla İslam'a sokmak anlamında değildir. (12) Tatbikatta da böyle olmamıştır. Hz.Peygamber devrinden günümüze kadar, İslam devleti bünyesinde başka din mensupları da rahat bir şekilde yaşamışlardır.

Ahmet Özel'in dediği gibi, "İslam'ı tebliğ için girişilen fetih hareketleri, o ülkelerdeki insanları zorla İslam'a sokmak amacıyla değil, ferdi planda tebliğ imkanının bulunmadığı bu ülkeleri, herkesin dilediği inancı serbestçe seçebileceği şekilde tebliğe açmak gayesiyle yapılmıştır." (13)

Kur-an'ın, "hiç bir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal suresi, 39) ayeti, İslam'ın hamle gücünü ortaya koyar. Müslümanlara, varmaları gereken nihai hedefi gösterir. Onları, gündelik işlerin telaşından kurtarır, yüce ideallere sevk eder. Bu yüce hedefin yeni nesle kazandırılması, onların ufkunu açacak ve onları ulvi mefkurelere sahip kişiler haline getirecektir.

Kaynaklar:
1-Hamidullah, İslam'da Devlet İdaresi, Ter. Ali Kuşçu, Ahmed Said Matbaası, İst. 1963, s. 135
2-Beydavi, I, 135
3-Abdurrahman Azzam, Ebedi Risalet, Ter. H.Hüsnü Erdem, Sönmez Neş. İst. 1962, s.165
4-Kutub, I, 187; Sabuni, Saffetu't-Tefasir, I, 127
5-Beydavi, I, 244
6-Ebu'l-Fadl İbnu Manzur, Lisanu'l-Arab, Daru Sadır, Beyrut, VI, 317
7-Yazır, II, 695
8-Kutub, III, 1433
9-Yazır, IV, 2512
10-Tirmizi, Tefsir, 9-10; Razi, XVI, 37
11-Yazır, II, 690
12-Zeydan, Şeriatu'l-İslamiye, s. 55-56; Vehbe Zuhayli, El-Alakatu'd- Düveliye fi'l- İslam, Müessesetü Risale, Beyrut, 1989, s.25; Madelung, VII, 110
13-Özel, TDV.İslam Ans. "Cihad" md. VII, 530

Şadi Eren (Doç.Dr)

Kaynak :Sorularlaislamiyet.com



ÖLMEDEN ÖNCE UYKUDAN UYANMAK

Etiketler:


Bir anda uykudan kalktim
çok ilginç bir ışık gördüm ama odanın ışığı kapalıydı
bir baktım saat 3:30 gece fecir vakti
peki gördüğüm bu kadar ışık nerden
-----
birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde
hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum
tekrar elimi duvara dogru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!

--
bir gülümseme sesi duydum
Yüzümü kardeşime dogru çevirdim, yatıyordu
korku içinde yatağımdan kalkıp kardeşimi uyandırmaya gittim
ama cevap vermedi
annemin odasına doğru gittim
babamı uyandırmaya çalıştım

birilerinin bana cevap vermesini istiyorum ama kimse cevap vermiyordu
annemi uyandırmak üzereyken, baktım ki annem uykudan uyandı
uykudan uyandı ama benimle konuşmuyordu
---
bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu
babamı uyandırdı, kalk kalk bir bakalım çocuklara dedi annem
şimdi zamanımı bırak uyuyayım yarın ola hayır ola dedi babam
ama annemin ısrarı üzerine babam kalkıverdi şaşkınlık içerisinde beraber odamıza doğru geldiler

---
başladım bağırmağa, anne, baba ama hiç birisi cevap vermiyordu!!!
annemin elbisesini çekiyor beni dinlemesini istiyordum ama annem beni hissetmiyordu!!!
başladım annemin arkasından yürümeye ta bizim odaya kadar

odamıza girdi ve ışıkları açıverdi
ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı

tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım
---
kendi vücüdumu gördüm!!!

evet kendi vücüdumu

oturup kendi kendimi seyrediyordum, iki taneydim
kendi kendime soruyordum kimdir bu acaba? Nasılda bana benziyor!!!
başladım kendi kendimi uyandırmaya, bu kabustan kurtulayım diye
ama uyanamadım
---
babam dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim

ama annem sakin olamadı ve benim uyuduğum yatağa doğru gelerek
beni uyandırmaya başladı kalk muhammed kalk bana cevap ver
ama cevap veremiyordu!!!

bir kaç defa uğraştı ama yok. Birden baktım ki babamın gözlerinden yaşlar dökülüyor
o babam ki şimdiye kadar onun göz yaşlarını görememiştim
bağrışmalar başladı oracık yerden .. kardeşim uyandı ve sordu ne oldu?
annem ona bağırarak, abin muhammed ölmüş çok acıklı bir şekilde ağlıyordu

---
bağırmalar fazlalaştı
anneme giderek, anne ağlama ben burdayım bak bana!!
ama kimse bana cevap vermiyordu, neden?
oturup bağırmaya başladım, burdayım bakın işte

ama kimse cevap vermiyordu
başladım bağırmaya ya rabbi, ya rabbi ne olur beni bu rüyadan ve olduğum durumdan kurtar

---
uzaktan bir ses duydum ve geldikçede yükseliyordu
bu ses Allah’u tealanın bir ayeti idi
((andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir))
birden iki kişi beni tuttular, ama insan değillerdi

çok korktum !!

başladim bağırmaya, bırakın beni, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz?
kabire kadar senin gardiyanlarınız dediler
----
ben ölmedim, daha yaşıyorum dedim
neden beni kabire götürüyorsunuz? bırakın beni!! Ben hissediyorum, konuşuyorum ve görüyorum, ben ölmedim

bana gülümseyerek cevap verdiler

dediler ki, ey insanlar sizler çok ilginç yaratıklarsınız, sanıyorsunuz ki ölüm hayatın sonudur ama bilmiyorsunuz ki asıl olan sizin yaşadığınız hayat bir rüyadan ibaret olup öldüğünüz zaman uyanıyorsunuz.
beni kabire doğru çekiyorlardı hala

yoldayken baktım ki benim gibi insanlar ve yanlarında da aynı o iki yaratıktan var, kimi ağlıyor kimi gülüyor ve kimi ise bağırıyordu

onlara sordum neden böyle yapıyorlar?

dediler ki, bu insanlar şaşkınlık içerisindeler, nereye gittiklerini biliyorlar, kimisi dalalettedir.. korku içinde sözlerini keserek sordum:
ateşe gidiyorlar mı yani?
evet dediler '
konuşmalarına devam ederek, o gülenler ise cennete gidiyorlar
hemen sordum onlara, peki ben nereye gidecem??
dediler ki, sen bazen iyi gidiyordun, bazende kötü

bazen tövbe edip ertesi gün günah işliyordun ve izlediğin yol tam olarak belli değildi
ve hep öyle yitik kalacaksın
sözlerini korku içerisinde keserek sordum:
yani ben ateşe mi gidiyorum yoksa?

Onlarda, Allahın rahmeti geniştir ve yolculukta uzundur dediler

---
yüzümü çevirdim korku içerisinde baktım ailem, babam, amcam, kardeşlerim ve akrabalarım hepsi
Bir sandık içinde beni taşıyorlardı
Onlara koşarak gittim ve onlara dedim ki benim için dua edin lütfen
Ama kimse bana cevap vermiyordu
kimi ağlıyordu kimi ise hüzünlüydü

Kardeşime giderek, dikkatli ol dünyanın fitnesi seni kandırmasın
Beni duymasını çok isterdim
O iki melek beni kabirdeki cesedimin üzerine bağladılar

baktım ki babam toprak atıyor üzerime
Kardeşlerim topak atıyor
Ordaki insanlar hepsi üzerime toprak atıyordu

----
dedim ki, ahh keşke onların yerinde olsaydım Allah a tevbe etseydim

dün sabah namazımı kılsaydım

Keşke her gün rabbime dua etseydim
Keşke her gün tevbemi yenileseydim
Keşke kötülüklerden uzak dursaydım
Başladım bağırmaya, ey insanlar dikkatli olun dünya hayatı sizleri kandırmasın
en azından birisinin beni duymasını çok isterdim
Peki sen beni duyuyormusun ???



Zulmü Alkışlayamam

Etiketler:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?

Mehmet Akif Ersoy




AŞURE GÜNÜ

Etiketler:



AŞÛRE GECESİ

Muharrem ayının onuncu gecesidir. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerîmde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesidir. Allahü teâlâ, birçok duâları Aşûre günü kabûl buyurdu:
Âdem aleyhisselâmın tevbesinin kabûl olması, Nûh aleyhisselâmın gemisinin tûfândan kurtulması, Yûnüs aleyhisselâmın balığın karnından çıkması, İbrâhîm aleyhisselâmın Nemrûdun ateşinde yanmaması, İdrîs aleyhisselâmın diri olarak göke çıkarılması, Ya’kûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsüf aleyhisselâma kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yûsüf aleyhisselâmın kuyudan çıkması, Eyyûb aleyhisselâmın hastalıkdan kurtulması, Mûsâ aleyhisselâmın Kızıldenizden geçip, Fir’avnın boğulması ve Îsâ aleyhisselâmın vilâdeti ve yehûdîlerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu.
Nûh aleyhisselâm gemide aşûre tatlısı pişirdiği için Müslümanların Muharremin onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Muhammed aleyhisselâm ve Eshâb-ı kirâm böyle yapmadı. Bugün aşûre pişirmeği ibâdet sanmak, bid’atdir, günahdır. Muhammed aleyhisselâmın yapdığı veyâ emr etdiği şeyleri yapmak ibâdet olur. Din kitâblarının yazmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevâb olmaz. Günah olur. O gün, bugüne mahsus ibâdet sanmadan herhangi bir tatlı yapmak tanıdıklara ziyâfet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibâdettir.
Hazret-i Hüseyn, o gün şehîd oldu diyerek, mâtem tutmak, döğünmek de bid’atdir. Günahdır. Şî’îler, hazret-i Hüseyn için mâtem tutuyorlar. Hazret-i Hüseyni, hazret-i Alînin oğlu olduğu için, tapınırcasına övüyorlar. Ehl-i sünnet ise, onu Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” torunu olduğu için çok seviyoruz. İslâmiyyetde mâtem tutmak yoktur. Müslimanlar, yalnız Aşûre günü mâtem tutmaz. Kerbelâ fâciasını hâtırlayınca her zamân üzülür. Kalbleri sızlar. Gözleri kan ağlar. İslâmiyyetde mâtem tutmak olsaydı, Aşûre günü değil, Resûlullahın Tâifde mubârek ayaklarının kana boyandığı ve Uhudda mubârek dişinin kırılıp, mubârek yüzünün kanadığı ve vefât etdiği gün mâtem tutulurdu.

Aşûre gününün fazileti

Aşûre gününün fâziletleri hakkında hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Aşûre gününün fazîletine kavuşmağa bakınız. Çünkü o gün, Allahü teâlânın günler arasında seçtiği mübârek bir gündür. Bu gün oruç tutan kimseye, Allahü teâlâ, meleklerin, peygamberlerin, şehîdlerin ve sâlihlerin ibâdetleri kadar sevâb verir.”
“Aşûre günü oruç tutun! Çoluk çocuğunuza iyilik yapın! Bir kimse, Aşûre günü çoluk çocuğuna iyilik yapıp, sevindirse, Allahü teâlâ, ona senenin diğer günlerini iyi eder.”
“Ramazan-ı şerîf ayındaki oruçlardan sonra, en fazîletli oruç, Muharrem ayının orucudur. Farz namazlardan sonra en fâziletli namaz gece namazıdır.”
“Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffârettir.”
“Aşûre günü zerre kadar sadaka veren kimseye, Allahü teâlâ Uhud dağı kadar sevâb verir.”
“Aşûre günü gusleden, Allahü teâlâ katında annesinden yeni doğmuş gibi günahlarından temizlenir.”
“Aşûre günü bir yetimin başını okşayan kimseyi, Allahü teâlâ, yetimin her kılı için Cennette bir derece yükseltir.”
“Allahü teâlâ, Aşûre gününü diğer günlerden üstün kılmıştır. Allahü teâlâ, gökleri, yeri, dağları, denizleri, yıldızları, Arşı ve melekleri, Âdem aleyhisselâmı, Aşûre günü yarattı. İbrâhim aleyhisselâmın dünyaya gelişi ve Nemrud'un ateşinden kurtuluşu Aşûre günü oldu. Oğlunun yerine kesmek için büyük koç ihsân edildi. Firavun'un boğuluşu, İsâ aleyhisselâmın göğe kaldırılışı, Eyyûb aleyhisselâmın belâdan kurtuluşu, Aşûre gününde olmuştur.”
“Muharrem ayında bir gün oruç tutana, bugüne karşılık otuz gün oruç sevâbı yazılır.”
“Aşûre gecesi bir mü'mine iftâr verene, Allahü teâlâ katında bütün Ümmet-i Muhammed'e iftâr vermiş, karınlarını doyurmuş gibi sevâb yazılır.”
“Aşûre gününde bir hastayı ziyâret eden, bütün insanları ziyâret etmiş gibi olur. Aşûre gününde bir kimseye su veren, hiç isyân etmemiş gibi olur.”
“Aşûre günü tutulan oruç, kırk yıllık günaha keffârettir. Aşûre gecesini ihyâ edip, sabahleyin de oruç tutan kimse, ölüm acısını duymayarak vefât eder.”
“Muharrem'in onunda tutulan oruç, bir senelik gelecek günahlara keffâret olur.”
Aşûre günü, oruç tutmanın sevâbı çoktur. Yalnız Aşûre günü oruç tutmak câiz değildir. Mekrûhtur. Mekrûh olmaması için, Muharremin 9. 10. veya 10. 11. veya 9. 10. 11. günleri tutmak lâzımdır.
Abdullah bin Abbâs hazretleri buyurdu ki:
“Muharremin onuncu gününde oruç tutmak istiyorsanız, dokuzuncu ve onuncu günleri de tutunuz. Yahûdilere benzemeyiniz.”

Aşure Günü Ne Yapılır?

1- Aşure günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Aşure günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur.) [Müslim, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani]

2- Sıla-i rahim yapmalı.
Hadis-i şerifte, (Sıla-i rahmi terk eden, Aşure günü akrabasını ziyaret ederse, Yahya ve İsa nın sevabı kadar ecre kavuşur) buyuruldu.

3- İlim öğrenmeli!
Hadis-i şerifte, (Aşure günü, ilim öğrenilen veya Allahü teâlâyı zikredilen bir yerde, biraz oturan, Cennete girer) buyuruldu.

4- Sadaka vermek sünnettir, ibadettir.
Hadis-i şerifte, (Aşure günü, zerre kadar sadaka veren, Uhud dağı kadar sevaba kavuşur) buyuruldu.)

5- Çok selam vermeli.

Hadis-i şerifte, (Aşure günü, on Müslümana selam veren, bütün Müslümanlara selam vermiş gibi sevaba kavuşur) buyuruldu.

6- Çoluk çocuğunu sevindirmeli!

Hadis-i şerifte, (Aşure günü, aile efradının nafakasını geniş tutanın, bütün yıl nafakası geniş olur) buyuruldu. (Beyheki)

7- Gusletmeli. Hadis-i şerifte, (Aşure günü gusleden mümin, günahlardan temizlenir) buyuruldu.

8 - O gün, eve ufak-tefek erzak alınmalı, alınırsa bir sene boyunca evde bereket olur.

9- Dua Okunmalı,
10 defa şu duâ okunur:
"Sübhânallâhi mil'el mîzân. Ve müntehel-ılmi ve mebleğar-rızâ ve zinetel-arş'

10- Namaz Kılınmalı
• Aşûre gününe mahsus olmak üzere kuşluk vaktinde 2 rek'at namaz kılınır.
• Her rek'atte 1 Fâtiha-i şerîfe, 50 İhlâs-ı şerîf okunur.
• Namazdan sonra 100 defa:

"Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve Âdeme ve Nûhın ve İbrâhîme ve Mûsâ ve Îsâ ve mâ beynehüm minen-nebiyyîne vel-mürselîn. Salevâtullâhi ve selâmühû aleyhim ecmaîn'

• Öğle ile ikindi arasında 4 rek'at namaz kılınır. Beher rek'atte 1 Fâtiha-i şerîfe, 50 İhlâs-ı şerîf okunur.
• Namazdan sonra: 70 İstiğfâr-ı şerîf, 70 Salevât-ı şerîfe ve 70 defa:

"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym' okunur.
• Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)'in hidâyeti ve kurtuluşu için duâ edilir.